20 Ekim 2009 Salı

Takıntı

Hıncal Uluç Altın Portakal ödül gecesini yerden yere vurmuş, keza diğer pek çok eleştirmen de. Ama Uluç'un "utanç" oarak nitelendirdiği nokta, diğer hemen hemen tüm festivallerde olduğu gibi katılımcıların "dresscode"a uygun kıyafetler seçmemeleri. İster istemez düşünüyorum, bir festivali "utanç" haline getiren insanların oraya kot pantolonla gelmesi midir diye?.. Bu bence o geceye katılanı küçük düşürür, yoksa organizasyonu yerin dibine sokmaz. Ama meseleye Uluç açısından baktığımızda, artık maalesef net olarak görülüyor ki, Hıncal Uluç kendini devamlı tekrar ediyor. Dünyada olup biten gelişmlerden tamamiyle uzak, bilmiyor, okumuyor sadece zamanında okuduğu iki iyi okulun(galatasaray lisesi ve mülkiye) ona kazandırdıklarından geçiniyor, ki o konularda bile saçmaladığı oluyor. Neymiş kendisi cumhuriyetçiymiş, demokrat değilmiş. Çünkü bu kavramları Amerikalıların siyasi yelpazede algıladığı gibi algılıyor! Anayasa Hukuku almış herkes bilir ki demokrasi olmadan, cumhuriyet olmaz. Sakın yanlış anlaşılmasın kendisi bir sohbet ortamında oturup anılarını anlatsa mutlaka ilgiyle dinlerdim, ama gazetesinde yarın sayfa işgal eden bir yazarın bundan daha fazla özelliğe sahip olması gerekir.
Hıncal Uluç'un geçmiş 10 yılda tüm yazılarına bakın, bir festivali eleştiriyorsa bunun sebebi mutlaka ama mutlaka katılımcıların smokinle gelmeyişidir. Bunun dışında salla pati iki satır, "yok bilmem kim sahneye çıktı şöyle iyidi, orada şu restorana gittik kebaplar böyle güzeldi" ne ödül alan yapıtlar hakkında bir yazı ne de yurtdışındaki festivallerle(günümüzdeki elbette) karşılaştırmalı bir yazı... Çünkü başta da söylediğim gibi kendisi izlemiyor, takip etmiyor. Sonra kendini eleştirenlere "hıncal düşmanı" sıfatını yapıştırıyor.
Futbolda da böyle değil mi? Lucescu'dan beri eleştirdiği teknik direktörlere bakın, hepsi korkak! Bunu öyle bir tasfir ediyor ki, futbolu hiç bilmeyen biri, herhangibir Hıncal Uluç yazısını okuduktan sonra, bu oyunda kaybeden teknik direktörlerin kural olarak maç sonunda ırzına geçildiğini zannedebilir. Ve yine bu konuda da hiç kendini geliştirmediğinden hala her futbol eleştirisinde, iki ön libero oynatıldığı için puan kaybı yaşandığı oysa, kendi tabiriyle, o iki kazma yerine top oynamayı bilen adamlar oynatılsa maçın kazanılacağını yazıyor. Tezine örnek olarak da ta 20 küsur sene önce Denizli'nin Wembley'de İngiliz milli takımına karşı çift forvet ve hücumcu bir takımla çıkmasını gösteriyor. Çünkü artık ne Arsene Wenger'i biliyor, ne Mourinho'yu ne Hiddink'i ne de Rijkaard'ı.(Bilmeyenler için söyleyelim, o maçı 8-0 kaybetmiştik, ama Hıncal Uluç'a göre skor önemli değil zihniyet önemliymiş)
Peki ya siyaset? Klasik Hıncal stili siyasetçi eleştirisi. Bunun için önce biri göklere çıkarılır, sonra o kişi bir yerin veya partinin başına geçer ve Hıncal eleştiri bombardımamına başlar. Yazı da hep şöyle başlar, "zamanda onu bir tek destekleyen ben Hıncal..."
Bu arada şu dresscode olayını eleştirmesini eleştirmem yanlış anlaşılmasın. Her ne kadar hayatta icad edenlerin ruhuna rahmet okuduğum 4-5 şey arasında, kravat(papyon da tabii) insanın ayağının canına okuyan makosen ayakkabı ve takım elbise(çünkü bunların hiç biri tabi ihtiyacı karşılayan öğeler olmadıkları gibi rahatsızlık unsurlarıdır) olmasına rağmen, "aman canım bizim kültürümüzde smokin giymek mi var" lümpenliğine girmeyeceğim. Ama bence bir organizasyonu katılımcıların sakilliğiyle bir yere kadar değerlendirilebilir.
Normalde bunları yazan başka bir olsa gülüp geçerim ama konu Uluç olunca ve onun söyledikleri gündemde yer alıp, bazı akılllılar onun aklına uyarak iş yapınca işler değişiyor. Bu yüzden Hıncal Uluç'un bir an evvel köşesine çekilmesi, illa "bilgi birikimini" paylaşmak istiyorsa anılarını yazmasını tavsiye ederim.

Hiç yorum yok: