10 Kasım 2009 Salı

İnternet Gitti...

Başlığın sonuna a ve q harflerini de koyabilirdim ama seviyeyi düşürmek istemedim. Bu arada iş tempom da biraz arttı ama vakit bulur bulmaz kaldığım yerden devam:)

5 Kasım 2009 Perşembe

Amma sevmediğim insan varmış, least favorite top20 önce 50 oldu şimdi 100 e koşuyor... Hepsi çok yakında!

Utanıyorum




Tüm dünyada soykırım suçlusu ilan edilen Ömer El Beşir'e kucak açıyoruz! One minute'cüler için zulme uğruyanlar müslüman olmadığı sürece bir sorun yok anlaşılan. Gerçekten de bizi yöneten kafa bu! Bu kafadan açılım bekleyenleri, buna inanları tebrik ediyorum. Gerçekten anlamakta zorlanıyorum, hangi çıkar, ilişki vs. bizi dünyaya rezil eden bu olayın önüne geçebiliyor? Kıçı kırık bir ülkenin katilinden beklenen menfaat ne? El Beşir'in yaptıklarını gözler önüne sermek için Yasemin Çongar'ın bugün Taraf gazetesinde yazdığı köşe yazısından bir alıntı yaptım.

Nic Robertson’ı iyi tanırım. Soğukkanlıdır, müthiş cesurdur, çok çalışkandır.Uydu mühendisiyken tesadüfen başladığı gazetecilikteki nispeten kısa kariyeri, onu Irak, Afganistan, Bosna, Somali, Rwanda, Gazze gibi kriz ve savaş diyarlarına taşıdığında, buralarda yaşayan insanların çehrelerinden okuduğu acıyı, zulmü, korkuyu dünyanın dört yanındaki milyonlarca televizyon izleyicisine gayet sakin, duru ve dolaysız bir dille anlatmayı bilmiştir. Nic’i dün CNN’de, Ömer Hasan El Beşir’in askerlerinden biriyle mülakat yaparken seyrettim. Sesinin titrediğini, soruları sorarken duraksadığını, bugüne kadar yaptığı ve her biri kendi içinde çok zor olabilecek sayısız söyleşisinde hiç zorlanmadığı kadar zorlandığını gördüm. Nic, iki kız çocuğu babasıdır. Daha önce, Darfur’da ırzına geçilen kız çocuklarıyla da röportaj yapmıştı. Şimdiyse onların ırzına geçenlerden biriyle konuşuyordu. Cevabını aslında işitmek istemediği sorular soruyor, sorarken öfkesini güçlükle yutkunuyordu.
* * *
Nic Robertson’ın konuştuğu Sudanlı asker, 2002 yazında zorla orduya alındığını söyledi. Kaçmayı denemiş, başaramamıştı. Kendisini yakalayan subaylar, kızgın demirle şişlemişti bacaklarını; çıplak vücudunun üzerinde araba lastiği yakıp eritmişlerdi. Yara izlerini kameraya gösteriyordu. CNN televizyonu, Sudanlı askerin yüzünü gizlediği için, konuşurken çehresini okuyamadım. İngilizce tercümanın sesi ön plandaydı; sesini de dinleyemedim. Ama seçtiği kelimeler, kısacık cümleleri, ortasında kesiliveren ifadeleri pişmanlıktan daha fazlasını anlatıyordu. İlk başta sadece altı aylığına askere alındığına inandığını, sonra kurtulacağını sandığını söyledi. Kurtulamamış. Darfur’da pazar yerindeyken, bir cemseye bindirip götürmüşler onu. Sonra “eğitim” başlamış. Kalaşnikov’la hedef vurmayı öğretmişler; öğrenir öğrenmez de Sudan ordusundaki diğer askerlerle birlikte, Arap kökenli olmayan kabilelerin yaşadığı Darfur köylerini basmaya gönderilmiş. Köyleri yaktıklarını, insanları öldürdüklerini anlattı. Çok geçmeden, yaptığının “vatani görev” değil, kendi iradesi dışında, kendi halkına karşı savaşmak olduğunu kavradığını söyledi. Dirense öldürüleceğini de...
“Köylere gidip evleri ateşe verirdik. Subayların emirleri buydu. Kaçanları vururduk. Emirlere uymazsak, birliğin arka saflarındaki subaylar bizi vururdu.”
Sonra, tecavüze getirdi sözü... Sudan ordusunun bir savaşma yöntemi olarak benimsediği, Birleşmiş Milletler’in Darfur’da “soykırım aracı” olarak kullanıldığını kayda geçirdiği tecavüzlere...
“Çarem yoktu. Kaçış yoktu. Kötü şeyler yaptım. Ama hepsinin en kötüsü, küçük çocuklara yaptıklarımızdı...”
Nic yutkundu, “Küçük çocuklar ne tepki veriyordu” diye sordu.
“Bağırıyorlardı; ağlıyorlardı.”
“Bağırınca ne oluyordu?”
“İki asker kızı tutardı, bir üçüncüsü tecavüz ederdi. Sonra onu orada, o halde bırakırdık.”
“Sizi de küçük bir kıza tecavüz etmeye zorladılar mı?”
“Evet, devletin emriydi bu. Yaptım. Aslında tecavüz etmek mümkün bile olmuyordu her zaman. O kadar iğreniyordum ki kendimden, penisim sertleşmiyordu. Subaylar seyrederken, tecavüz ettiğime inansınlar diye donumu indirip çocukların üstüne yatıyordum. Onları eziyordum. On, on beş dakika üstlerinde kalıyordum"

İşte böyle, burada anlatılanlar mahkemelerde ispat edilmiş olaylar. Yarın Erdoğan ve Gül yukarıda söylenen işlerin emrini veren adamın elini sıkacaklar ve yanağını öpecekler. Bence Türkiye eğer gerçekten demokratik bir açılım peşindeyse Sivil Toplum Örgütleri bir kampanya başlatmalı ve bu soykırımcının elini sıkanların eli bir daha asla sıkılmamalı.

3 Kasım 2009 Salı

Bir tarafımla gülüyorum:))))

Domuz gribi aşısı tartışmalarında vatandaşların kafasını kurcalayan husulardan biri de aşının içinde domuz geni olup olmadığı:) Dünya aşının içerisindeki civayı tartışadursun, bizde ki endişeye bak! Sağlık Bakanı da "saşma sapan konuşmayın" diyeceğine, "ne alakası var kardeşim domuz momun yok" babında bir açıklama yapmış.
Hal böyleyse o zaman kanında pıhtılaşma sorunu yaşayan dini bütün vatandaşlarımıza bir tavsiyem olacak; ey müminler bir tarafınızı kestiğinizde kanamanız dursun diye sakın hastaneye gitmeyin, zira kanamanızın durması için verilen Faktör 8 adlı antihemofilik bildiğin domuz kanından üretilmekte.

Beter olun demek lazım ama...


Taksiciler isyanda. Nedense belli, kendi deyimleriyle "korsan taksi"ler. Esasında onlar bu korsan taksi tanımını kendilerinden başka para karşılığı hizmet veren tüm araçlar için kullanıyorlar. Yani sadece arabasını sarıya boyatıp, sahte T plakayla yollarda gezinenler için değil, mesela benim havaalanıa gitmek için kullandığım özel araç şirketini de korsan olarak görmekteler. Halbuki bu tip şirketler yasalara uygun bir şekilde kurulan, vergisini de tıkır tıkır ödeyen müesseseler, yani onlar açısından kanunsuz bir durum yok. Ayrıca kendileri "ben karşının şirketiyim abi o yüzden seni alamam ya da mesafe kısa ı-ıh" gibi nedenlerle müşteri çevirmiyorlar. Ama taksicilerin gözü öylesine dönmüş ki, HAVAŞ'a dahi tahammül edemiyorlar. İstanbul'da çoğu taksinin arkasında "HAVAŞ'a hayır " yazısını görebilirsiniz. Sırf bu yüzden artık Anadolu yakasından Atatürk Havalimanı'na yapılan HAVAŞ otobüs seferleri kaldırıldı. Hal böyle olunca da eskiden 13 liraya gidilen yola 60-70 lira verilir oldu. Sadece HAVAŞ mı? Hayır! Havaalanına yapılması düşünülen metro durağının projesi değiştirildi. Havaalanı durağından terminal arası yürüme 15 dakika. Elinde onca bavul olan bir yolcunun bu mesafeyi taksisiz katedebilmesi ne kadar kolay olur siz düşünün. İşte tüm bu arsız, gözünü para bürümüş, ahlaksız taleplerinden dolayı taksicilerden nefret ediyorum. Ama ne kadar nefret etsem de onların da isyanlarının altında haklı nedenler var. Birincisi tüm bu isyanların temelinde yatan neden para. Taksi sahipleri için hava hoş. Onlar şoförden günlük fix para kesiyor, hasılatın kalanı, mazot ve diğer giderler düşüldükten sonra şofçre kalıyor. Hal böyle olunca şöforler yövmiyelerini çıkarabilmek için eşşek gibi çalışmak durumunda kalıyorlar. Taksi plakaları deseniz nereden baksan 600-700 milyar civarı. Durak parası ayrı... Yani ortada koırkunç haksız bir rant var. Burada devletin duruma el koyması gerek. Bir kere taksi sahiplerinin kafalarına göre taksici çalıştırmalarına son verilmeli. Ücret ve çalışma saatleri belli olmalı. Duraklar belediyenin kontrolüne alınmalı. Şoförler verilen her türlü adrese en kısa yoldan gidebilecek şekilde eğitilmeli(hoş artık GPRS var).

Bir de bir zahmet milleti kazıklayan, yolcu seçen, bir ayda 137 kez kırmızı ışık ihlali yapan taksiler uzun bir süre trafikten men edilsin ki, müşteri olarak paramızla rezil olmayalım.

Ben bu filmi daha önce izledim

Bugün ki gazetelerin bir numaralı haberiydi, Botaş'ın doğal gaza zam isteği. Ortalarda dolaşan rakam %70 civarı. Ben affınıza sığınarak "çüşşşş" dedikten sonra bunun bir aldatmaca olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim, şöyle ki; uzun zaman önce EPDK'nın hükümete elektiriğe %80 oranında zam yapmasını talep ettiğini bizzat ben yazmıştım. Ancak oradaki zam talebinin nedeni, ülkedeki enerji santrallerinin maksimum kapasiteyle çalıştırılmasına rağmen talebi karşılayamamasıydı. Ancak doğalgazda böyle bir durum söz konusu değil. Saolsun mavi akım başta olmak üzere yapılan anlaşmalarla, Rus'ların çektiği fiyatı paşa paşa ödemek durumundayız(Bu arada bir Nabucco vardı hani enerji üssü falan oluyorduk). Hal böyle olunca her yıl zam kaçınılmaz oluyor. Ama hükümet burada şark kurnazlığı sergiliyor. Yapılacak olan zam %30 civarı olacak olmasına rağmen halktan buna büyük tepki geleceğini biliyor. O yüzden BOTAŞ aracılığıyla milletin gözü korkutuluyor. BOTAŞ %70 zam istiyor, herkes "aman kışı nasıl geçireceğiz, donacağız valla" derken, aslan parçası Başbakanımız televizyonlara çıkıp, "adam olun ne %70 zammı lan, %30 yeter size" tarzı bir açıklama yaparak belli bir kesimde "helal olsun adama bak nasıl da dize getirdi BOTAŞ'ı" şeklinde puan toplayacak. Halbuki bu zavallı kesimler, anayasasında "T.C. sosyal bir hukuk devletidir" yazan bu ülkede ısınma ihtiyacına nasıl böylesine bir zam yapılabildiğini aklına getirmeyecek, ne de olsa Tayyip müslüman adam. Ben iddia ediyorum bu zam bu şekilde olacak, hatta daha ileri gidiyorum ve diyorum ki; zammın faturlara yansıdığı günlerde ergenekon soruşturması kapsamında yeni isimler gözaltına alınacak, yeni darbe planları ortaya atılacak, gündem bir şekilde mutlaka ama mutlaka değiştirilecek. (Bunu yazmazsam ölürüm yemekteyiz hikmetin meşhur sözü)Geçtiğimiz yıllara dönüp bakın, yine aynı oyun, yine aynı senaryo, yine aynı salata... NE ALAĞKHA!

2 Kasım 2009 Pazartesi

Devlet bizim için gol atsın!


Bu provokatif başlıktan sonra şunu belirtmeliyim ki, Fubol Federasyonu'nun maçlarda yapılan ırkçı tezahüratlara karşı çok sert yaptırımlarda bulunması ülkenin selameti açısından şart. Mesela ev sahibi takım seyircisi Diyarbakır veya herhangi bir G.Doğu takımı için "PKK dışarı" mı dedi, hiç uyarı, ikaz vs. yapılmadan ilkinde saha kapatma, tekrarı halinde puan silme ve en son olarak ligden ihraç yaptırımları kimsenin gözünün yaşına bakılmadan uygulanmalı. Çünkü zaten şiddetin, yozlaşmanın ve her türlü pisliğin yuvası tribünlerin bir de ırkçılık yoluyla ülkenin köküne benzin dökmeleri kabul edilemez.

Ancak işin Diyarbakırspor cephesine baktığımızda onlarda tam olarak "mağdur"u oynamaktalar. Bir kere ırkçı tezahüratın karşılığı neden ligden çekilme olarak veriliyor? Madem bu konuda bu kadar hassaslar neden Süper Lige çıktıkları sezon bu tepkiyi ortaya koydular? Kendileri Bank Asya'dayken gittikleri çoğu deplasmanda benzer çirkinlikler yaşanıyordu, neden o zaman maçlarını oynamaya devam ettiler? Bu sorunun cevabı basit, çünkü o zaman akıl verenleri pek yoktu. Ne zaman Süper Lige çıktılar, yolda futbol topu görse bomba zannedip kaçacak bir takım kesimlerin ilgisini çektiler, "aaa kürtlerin takımı varmış" denilerek kendilerine sahip çıkıldı. Halbuki yakın tarihe baktığımızda Diyarbakırspor, ister kardeşlik, ister de futbol kitlelerin afyonudur düşüncesiyle deyin bizzat devlet eliyle desteklenmiş(özellikle Gaffar Okan zamanı), bu uğurda Süper Lige çıkış maçlarında rakip takımın (Altay) soyunma odasına egsoz gazı basılması dahil bir çok dalavereyle Süper Lige çıkarılmış bir klüptür. Sahasında defalarca yaşanan taşkınlıkaşara çoğu zaman göz yumulmuştur.

Günümüze gelince, malum açılım sürecinde Diyarbakırspor elinin kuvvetli olduğunu biliyor. İşin içine hakem hatalarını da katarak "çekilme" kozunu ileri sürüyor. Irkçılık maskesi altında hakem hatalarından dolayı böyle bir tutum sergilemek ne kadar ahlaki yorum sizin, bana bu olay herhangi bir şey işine gelmediği, ya da haksızlığa uğradığını düşündüğü zaman "ne yapalım abey dağa mı çıkalım?" diyen bazı vatandaşlarımızın tepkisini hatırlatıyor. Kaldı ki son Antep maçında o çok şikayet ettikleri hakem Antep'in bariz penaltısını vermedi. Federasyonun bu reste vereceği cevap olacak ne olacak bunu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Yardmcı olun

İlgi üzerine Last Favorite Top 20 ve Kıl 20 listemi yayınlamaya karar verdim. Ama bunu hakkıyla yapabilmem için aklıma isim getirin lütfen. Sevmediğiniz ya da kıl olduğunuz ünlüleri bana ulaştırın.

1 Kasım 2009 Pazar

13.75?!!!


Her selde taşan ve sonuncusunda onlarca vatandaşımızın canını alan Ayamama deresinin ıslah çalışmaları başladı. Elbette insan hayatı mevsu ise gerisi teferruatttır, o derenin taşmasına sebep ne varsa yıkılmalıdır... da... neden yıkılan yapılar dere yatağına 13 metre 75 santimden daha yakın mesafede olanlar? Bu 75 cm nin bilimsel açıklaması var mıdır? Yoksa mesela 13.80 den sonra bazı tarikatlara ait milyonlarca dolarlık işyerleri olabilir mi? Çıksınlar 13.75 in bilimsel açıklamasını yapsınlar, bu mesafenin derenin bir daha taşmaması için yeterli olacağına dari bilimsel veri sunsunlar bir daha bu konuyla ilgili entry girmeyeceğime dair söz veriyorum.

Doğruya "Doğru" Diyebilmek


Yazılarını seversiniz ya da sevmezsiniz kendi bileceğiniz iş. Kişisel fikrim, bazı zamanlar kantarın topuzunu kaçırsa da, ülkede hele hele bu dönemde "muhalif" duruş sergileyebilmesinden dolayı saygıyı hakettiği yönünde. Ama ister sevin ister sevmeyin Özdil'in bu gün gündeme getirdiği "genetiği değiştirilmiş organizmalar" konulu yazısını mutlaka okumalısınız. Halk olarak sağlığımızın nasıl hiçe sayıldığını net olarak ortaya koyuyor Yılmaz Özdil. İşin acı tarafı köşe yazısını okur okumaz ekşisözlüğe girdim, kaç kişi yorum yapmış diye. Bugüne kadar herhangi bir milliyetçi yazısında onlarca kişinin eleştiri bombardımanına tuttuğu Özdil'in yazısı hakkında 15.46 itibariyle sadece 2 yorum yapılmıştı. Yani demek istediğim şu ki, öyle saçmasapan bir bölünme içerisindeyiz ki karşı kamptan gördüğümüz biri doğruyu söylediğinde dahi, "evet adam doğruyu söylüyor" diyemiyoruz. İşin daha acıklısı yeri geldiğinde tarikatçılara kolkola girebilen özgürlükçü olduğu iddiasında ki "taraf"çı liberallerimizin bunu yapması. Halbuki aynı köşe yazısı Vakit gazetesinde dinci bir köşe yazarı tarafından kaleme alınmış olsaydı, ben karşı tarafın tanımıyla, "kemalist bir militarist" olarak(ki ne kemalistim ne militaristim ama atatürkçüyüm) bunu bu bloga taşır ve söz konusu yazarı tebrik ederdim.