7 Ekim 2009 Çarşamba

Biri buna dur demeli


Atlardan anlamam ama at yarışı izlerim. Hatta koşan atların 4. dereceden kuzenlerini bilecek kadar yakından tanıyan arkadaşlarımın kuponlarına da "ya tutarsa" diye ortak da olurum. Ancak son dönemde yaşanan hadiseler beni at yarışlarından ciddi bir biçimde soğuttu. Şikeden, dopingden falan bahsetmiyorum, bu konuda TJK'nın aldığı önlemler oldukça fazla. Benim dikkat çekmek istediğim konu son zamanlarda artan kazalar.
Geçen yıldan bu yana biri jokey ikisi apranti olmak üzere üç binici yarışlarda yaşamını yitirdi. Bir çoğu da ciddi bir biçimde yaralandı. 8 eylül Ankara yarışlarında attan düşen apranti Ömer Yardımcı hala yoğun bakımda. Her hafta iki üç büyük kazanın yaşanması normal sayılır oldu. Şu anda Halef Katı, Halil İbrahim Çelik, Onur Atmaca, Tugay Alıcı, Ümit Derya Altekin vücutlarında kırıklarla yatmaktalar.
Peki son zamanlarda bu kazalar neden arttı? Kazaların oluş şekline baktığımızda genel olarak aprantilerin tutmakta zorlandıkları atlarla önlerindeki atlara takılıp düşmeleri ve bunun akabinde arkadan gelen atların onlara takılarak zincirleme kazalar şeklinde gerçekleştiklerini söyleyebiliriz. Yani mesele esas olarak aprantilerin, ki bilmeyenler için söyleyelim kendileri 100 yarıştan az kazanmış binicilerdir, yeterli eğitimden geçmeden yarışa sokulmalarından kaynaklanmakta. Bu 18 yaşına yeni girmiş ve ehliyeti yeni almış çocuğun altına Ferrari çekmek gibi bir şey. Sonuçta Halis Karataş, Selim Kaya, Sadettin Boyraz gibi tecrübeli jokeylerin yarıştıkları koşularda bu tip kazalara pek rastlanmıyor, ama elbette onlarda önlerinde saçmalayan bir apranti yüzünden her an düşme riskiyle karşı karşıyalar.
Şimdi diyeceksiniz ki, madem bu aprantiler yarışlar için yeterince tecrübeye sahip değil, neden ata bindiriliyorlar? Esasında bütün jokeyler yarış hayatlarına apranti olarak başlıyorlar. Yani tecrübe edinmeleri için elbette yarışmaları şart. Ancak eskiye oranla aprantiler çok daha sık yarışmaktalar. Bunun nedeni de artan yarış programı. TJK karını arttırmak için yılın bayramlar dışındaki her gününe yarış koymakta ki, bu bazı günler iki ayrı şehirde gerçekleşiyor. Böyle olunca aprantilere daha çok iş düşüyor, dahası atlar daha çok koşturuluyor ve hayvanlar yoruluyor. Efsane jokey Süleyman Akdı'nın jokey Gürkan Öker'in cenazesinde söylediği de tam da bu. Akdı'ya göre yorgun olmayan at önünde düşen jokeyi görürse hiçbir şekilde basmaz, ama Öker'in geçirdiği kazada arkadan gelen at onu görmesine rağmen üzerine basıp geçmişti.
Burada o zaman bir soru daha sormak gerekir. Madem en riskli olan atın jokeyin üzerine basması o zaman jokeylerin koruyucu kıyafetleri neden yok? Esasında var ama görüldüğü üzere yeterli değil. Sonuç olarak senede yarım katrilyonun döndüğü bir sektördebinici güvenliği üzerine Ar-Ge faaliyetlerinin göz ardı edilmesi kabul edilemez olmalı. Bunu en başta biniciler istemeli ama elbette onlar da bir takım "ağabeylerin" elinde olan bu organizasyonda seslerini çıkarmaktan çekiniyorlar. Peki biniciler suskun, savcılar ne yapıyor? Kazaları bir trafik gibi mi ele alıyorlar yoksa başka türlü mü? Bana bu sorunun cevabı ilk şıkmış gibi geliyor çünkü aksi olsa bu konu en azından medyada haber olurdu.
Kazaların önüne geçilmesi için çözümler belli. Aprantilerin koşulara katılabilmeleri için verilen lisansın çok ince elenip sık dokunduktan sonra verilemesi ve kendilerinin en azından "yamak 3" ken daha az atın koştuğu yarışlarda görevlendirilmeleri. Yarış günlerinin azaltılması ya da atlara yılda koşu kotasını konması ve son ama en önemli olarak binicilerin koruma aparatlarının geliştirilmesi (motorcular için bile airbagli ceketler var bu devirde). Yoksa her yarış günü yeni cinayetlere davetiye çıkmış olacak.

Hiç yorum yok: