31 Ocak 2009 Cumartesi

Hanım Diplomasisi

Hadi diyelim Peres küstahlık etti ve Erdoğan tepkisini bir şekilde ortaya koydu ve yine hadi diyelim Türkiye bugüne kadar dış politika arenasında çok pısırıktı. Bir ülke başbakanı böyle laflar ettikten sonra diplomatlarından nasıl diploması yapmasını bekler o da ayrı konu, ben diplomat olsam bu saatten sonra Sarkosy'i gördüğüm yerde, "Lan ülkem hakkında ne atıp tutuyon yumoş!" deyip bir kafa atar, Karamanlis'in erojen bölgesine doğru cücük hareketi çeker, Merker'i taciz eder(ıyyyk içim galktı gııı ne o öyle bıngıl bıngıl ama ne de olsa her şey vatan için), Kıbrıs Rum kesimi liderine "Akıllı ol oğlum bak yoksa aklını alırım! Füze manyaaaa yaparım lan seni" falan derdim, 4 seneye falan da ya dışişleri bakanı olurdum ya da AB den sorumlu devlet bakanı. Şaka bir yana esas rezalete ne demeli?

Allahaşkına soruyorum; dünya tarihinde bügüne kadar herhangi bir ülke başbakanı ayak üstü basın toplantısı yaparken, eşi bir yandan kafasını sallayıp diğer yandan da "x yalan söylüyor(peres yalan söylüyor) kocam haklı dediği" görülmüş müdür? Dış siyaseti falan bıraktım, siyasetin her hangi bir alanında? Emine Erdoğan kimdir? Hangi sıfatla bu lafları edebilmektedir? Orta doğu üzerine ne kadar bilgisi vardır ki bir ülkenin cumhurbaşkanına "yalancı" deme cesaretini kendinde bulabilmektedir?

Cahiller "vay nasıl paraladık İsraili!" diye sevinebilirler, ama 600 yıllık geçmişe sahip bu ulus dünyaya hiç bu kadar rezil olmamıştı.

Danışıklı Dövüş



"ABD Irak'ın kuzeyinde bir kürt devleti kuracak, Türkiye'nin yapması gereken süregelen politikaları gözden geçirip, kurulacak olan devletle düşman olmak yerine iyi ilişliler kurup onların bir nevi ağabeyi olmaktır" Mahir Kaynak 1997

"ABD Türkiye'ye yeni bir rol biçti, o da hem ortadoğu'da hem de avrasya'da ki ülkelere liderlik yapacak, böylelikle ABD'nin yeni dünya düzenindeki emellerinin gerçekleşmesini sağlayacak bir Türkiye. Bu işin bugün ki bürokratik kesimle gerçekleşmeyeceğini bildikleri için de "ılımlı islam" çerçevesinde yeni bir Türkiye ile bunu gerçekleştirecekler." Mahir Kaynak 2001

Hepimize geçmiş olsun, Davos fatihi başbakanımızın İsrail Cumhurbaşkanı karşısında esip gürlemesi sonucunda AKP'nin oy oranı tekrar %47 lere ulaştığına eminim (%55 e kadar çıkarsa şaşırmam ne de olsa doğalgaz da ucuzladı). Hakkıdır da, başbakan ölüp giden onca masum Filistinli'nin hesabını sorarken, o küstah moderetöre "ekskuzmi! van minut! van minut!" diye bağırırken, ben de evde kendimden geçmiş bir halde "fak yu moderator fak yu" diye sayıklarken buldum(hatta bir ara sak may charles dickens falan da demiş olabilirim).

Sonra kendime geldim, bir anda hafızam beni gerilere götürdü. Teskere zamanıydı, AKP hükümeti onca pazarlık sonucu söz verdiği halde tezkereyi geçiremediği için ülkem Amerikan basınında dansöz şeklinde karikatürize edilmişti. Daha sonraları Danimarkalı bir çizer Hz. Muhammed'i karikatürize ettiği için esip gürleyecek olan başbakanım nedense bu olaya tepki göstermemişti.

Daha sonra K. Irak'ta askerlerimizin başına çuval geçirme hadisesi... Hükümet kanadından gelen herhangi bir tepkiyi hatırlayan var mı?

E peki çok haklı olarak 1300 masum filistinli için ağlayan bayan Erdoğan ve esip gürleyen bay erdoğan Irak'ta ölen 1 milyon 300 bin Iraklı için bugüne kadar ABD'ye en ufak bir serzenişte bulunmuş muydu? Hell Noooooo!

GAP projesinin sulama işleri AKP tarafından zamanında kimlere verilmişti? İsraillilere.

Olsun ama ne de olsa İsrail Cumhurbaşkanı'nı azarladı. Evet azarladı sayın başbakan İsrail Cumhurbaşkanını, o İsrail ki Filistin'e saldırmadan 1 hafta önce Konya ovasında savaş uçaklarıyla tatbikat yapan müttefikimiz İsrail.

Ya olayın sonrasına ne demeli! "Daha Davos'a gelmem" ve "Böyle Davos bize zevk vermez!" demeçlerinden sonra uçağa atlayıp iki saat sonra yurdum topraklarına inen sayın başbakanı ellerinde "Davos fatihi Erdoğan" dövizleriyle karşılağan binlerce kişiye ne demeli. O saatte ne arada bir matbaa bulup bastırdınız onca dövizleri?

Ama tebrik etmek lazım, bu plan kimsenin beklemediği bir anda öyle bir şekilde tatbik edildi ki hedef tam ortasından vuruldu. Sıradan vatandaşın gözünde artık Erdoğan bir kahraman. "Biz monşerlere benzemeyiz" diyerek zaten altını oymaya çalıştığı bürokrasi büyük darbe yedi, halka " bu güne kadar bu dışişlerindekiler bir işe yaramıyormuş, bak masaya yumruğu vurunca nasıl tırstılar" mesajı verildi. Normalde kendisine yapılan en ufak bir yamukta misliyle karşılık veren İsrail'de bu işten kazançlı, ne de olsa artık arap dünyasında da efsane olan Erdoğan üzerinden istedikleri politikayı yürütebilecekler, zira bu saatten sonra Erdoğan'ı karşısına alıp onla papaz olmayı göze alabilecek Hüsnü Mübarek dışında bir lider yok.

Bu blogda yazarken hep bir şeyin altını çizdim. Bir ülke ancak ekonomik gücü kadar dünyada söz sahibi olur. İsrail'in ekonomik gücü malum, bulunduğu coğrafyada Türkiye'ye duyduğu ihtiyaç ne kadar fazlaysa, Türkiye'nin de başta ermeni soykırımı olmak üzere İsrail'e bağımlılığı o kadar fazladır. Eğer bu iş başta da belirttiğim gibi danışıklı dövüş değilse İsrail bunun altında kalmaz. Ama yukarı da Mahir Kaynak'ın zamanında söylediklerini bir daha okuyun, Erdoğan'ın geçmişte ki tepkisizliğini dikkate alın, sizce bunun aksi mümkün mü?

p.s. yakın da gerçekleşecek milli piyango özelleştirme ihalesinin hangi uluslararası şirketçe alınacağını gerçekten çok merak ediyorum.

29 Ocak 2009 Perşembe

Zehirli Sadaka

Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin (ODTÜ) yaptığı bir araştırmaya göre, Ankara'da dağıtılan kömürler dünyanın en yüksek kükürt ve arsenik oranına sahip. Araştırmayı yapan uzmanlar, kömürlerdeki değerlerin kısa vadede kalp, akciğer ve solunum yollarında hastalıklara sebep olacağını öngörüyor.
(CNN TÜRK) -- CNN TÜRK mikrofonlarına konuşan Ankaralılar, "nefes alamama" ve "göz yaşarması" gibi şikayetlerini dile getirdi. Sokak hissediyor... Zira, Ankara'nın havasında geçen yıllara göre farklılık var. Birçok kişiye göre, hava eskisinden daha kirli... Çevre uzmanlarına ise, trafikteki araç yoğunluğu ile seçim öncesi dağıtılan kömürlerin hava kirliliğini artıran en önemli faktörlerden biri olduğunu söylüyor. ODTÜ'nün dağıtılan kömürler üzerinde yaptığı araştırma da bunu ortaya koyuyor. Araştırmaya göre, dağıtılan kömürler dünyanın en yüksek kükürt ve arsenik değerine sahip.ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semra Tuncel, Başbakan'ın yardım yapma anlayışını saygıyla karşıladığını söyledi; "Ancak, yardım yaparken Başbakan'ın eliyle insanların zehirlenmesi bana anormal geliyor" dedi.ODTÜ'nün Ankara'daki kömür araştırmasında alınan numunelerde kükürt oranı binde 35 çıktı. Oysa Avrupa Birliği standartlarına göre olması gereken değer binde 9. Türkiye standartları ise kömürdeki kükürt oranının binde 20'den fazla olmaması gerektiğini söylüyor. Yani; dağıtılan kömürlerdeki değerler hem AB hem de Türkiye standartlarının üzerinde. ODTÜ, ikinci testi arsenik için yaptı; ulaşılan değer 543 oldu. Oysa; dünyada kömürler üzerinde yapılan araştırmalarda en yüksek gözlenen değer 415. Yani; bu değerin üzerine çıkmış kömür yok. Dağıtılan kömürlerde ise arsenik oranı limitlerin çok üstünde. Uzmanlar uyarıyor: Bu değerlerin yüksek olması, kalp ve akciğer sorunlarına yol açabilir, solunum hastalıklarını tetikleyebilir!Bu hastalıklara sahip olanların ise çok daha dikkatli olması gerekiyor.

Dün Cebeci'deydim. Hava güneşli olmasına rağmen etrafta kalın bir pus vardı. Bu pus Mamak sırtlarına kadar dağılmadı, ta ki Elmadağ tarafına gidinceye kadar.Yukarıdan bakıldığında şehrin üzerine çökmüş kahverengi tabaka net olarak görülüyordu. İlkokuldayken kirli havadan dolayı okulların tatil olduğu zamanlar geldi aklıma. Önce su, şimdi hava... Sağlıklı yaşama hakkımız gasp ediliyor.

Vişneli, çikolatalı, kaymaklı, antep fıstıklı, limonlu, balbademli

Salih Memecan Tarzı Acaip Komik Kılıçdaroğlu Espirileri

Gülmekten nefes alamıyorum... İmdaaaaaaaaaat!

Vatandaş: Sayın Kılıçdaroğlu ben de sizin gibi Tunceli'liyim
Kılıçdaroğlu: Yanlışınız var, benim elim Tunç Değil. (Arkadan kahkaha efekti gelince çok komik olacak... Valla! Kötülemeyin ulan yukarıda ki sanat eserine benzettim!)

Mizansen de Kılıçdaroğlu çamurlu yolda yürümektedir uzak bir köşede kovboy şapkalı iki vatandaş kendi aralarında konuşmaktadır -Adam da her gittiği yere çamur götürüyor. ( Wohahahahahhahahahahaa!)

Kılıçdaroğlu arabayla giderken polis onu durdurur(Kılıçdaroğlu çizilirken boynuna mutlaka zülfikar çizilir ki alevi olduğu vurgulansın sünni seçmen nezdinde) ve der ki, - Yanlış yöne saptınız sayın milletvekili, bu yol sadece belediye binasına gider (hani istediğin kadar uğraş nah başkan olursun babında bir espri)

Kılıçdaroğlu Sarıyer'de boğaz kenarında rakı-balık sofrasında manzaraya dalar -Karşıda ki Reina'da çok güzel gözüküyor, der(Ama bu Memecan için fazla iyi bir espri oldu, ne de olsa biraz zeka kırıntısı barındırıyor)

Ve son olarak;
Salih Memecan karikatür çizerken bir vatandaş arkadan gelir, karikatüre şöyle bir göz atar ve der ki - Hayatım da ilk defa İ. Melih'in bir sözüne hak veriyorum! (bu komik değil esasında her ne kadar tuvalet kağıtlık olsa da içine tükürülmemelidir, ama elbette tuvalet kağıdı niyetine kullanmak kullanıcının tercihidir)

Muhallebi Siyaseti

"Kılıçdaroğlu seçilirse 1 yılda 80 km metro yapacağını söyledi. 80 km metro demek 4 milyar dolar dolar demek, soruyorum kendisine bunu hangi kaynakla gerçekleştirecek?"
Kadir Topbaş(Former Muhallebici-5 yıldır İBB Başkanı)
Öncelikle Kılıçdaroğlu 80 km lik metroyu 1 değil 5 yılda yaparım dedi.
Biz de size bir soru soralım sayın Topbaş; İstanbul'a son 10 yılda aktarılan para 150 milyar dolar. Peki bu parayla neler yapıldı? Ya da onca gereksiz İ.Melih tarzı kavşağa para aktarılırken metroya bu para neden aktarıl(a)madı?

Flaş... Flaş... Flaş... Kılıçdaroğlu kayboldu!

Yandaş medyanın ağız birliği etmişcesine önceki gün bir numaradan verdiği haberdi söz konusu olay. Kılıçdaroğlu'nun konvoyu seçim çalışmaları sırasında yanlış bir yola sapmıştı, özgür ve tarafsız basın da hemen bunun üzerine atladı. Ne de olsa Başbakan söylemişti bir kere "Kılıçdaroğlu İstanbul'da yol bulamaz" diye.

Öncelikle hatırlatmak isterim seçimlerde Kılıçdaroğlu belediyeye şoför olmak için yarışmayacak. Ama yine de tarafsız basını bu araştırmacı haberleri nedeniyle kutluyorum, yalnız bir noktayı onlara hatırlatmak istiyorum, konvoy en öndeki araç takip edilerek oluşturulur ve hiç bir lider konvoyda kendi araba kullanmayacağı gibi güvenlik ve benzer sebeplerle konvoyun en başındaki araçta bulunmaz. Yani konvoy yolunu kaybetmişse ki (sadece ters yola girmişler) bu en öndeki araç sürücüsünün hatasından kaynaklanmaktadır. Elbette bunu haber yapan "bir kısım medya" kendilerini izleyen ve hatta para verip gazetelerini alan insanların zeka seviyelerini göz önünde tutarak inandırıcı olduklarını düşünebilirler. Ama her zaman dediğim gibi "bizler" bu tip haberleri yemiyoruz.

27 Ocak 2009 Salı

Temiz Eller

Talisker'cı Emre Aköz uzun zamandır, Ergenekon olayıyla İtalya'da gerçekleşen temiz eller operasyonunu örtüştürmekte. Ergenekon sürecinde hükümete yapılan eleştirilerin hepsini, "temiz ellerde de böyle olmuştu" diye savunuyor Aköz.

Aköz'ün savunduğu teze karşı anti-tez üretebilmek için geçmişe dönmemiz gerekir. Neydi İtalya'da ki temiz eller operasyonun amacı? Soğuk savaş zamanında SSCB'ye karşı Amerika desteğiyle kurulan, bugün bizim hükümetin iddia ettiği gibi devlet içinde çöreklenmiş çetelerin(onlardaki ismi Gladio) çökertilmesi operasyonuydu.

Neler yapmıştı bu örgüt? Başlıca Başbakan dahil bir çok üst düzey devlet yetkilisine suikast. Bologna'da 85 kişinin öldüğü tren istasyonunun bombalanması, Papa suikastı, binlerce faili meçhul cinayet. Tüm bunların amacı olayı anarşistlerin üzerine yıkarak yükselişte olan Komünist Partinin önünü kesmekti ki başarılı oldular.

Temiz Eller bir anda mı gerçekleşmişti? Bu sorunun cevabı hem evet hem de hayır. Öncelikle evet, SSCB çöktükten hemen sonra operasyon başlatılmış ve söz konusu çete(ler)in 900 e yakın üyesi içeri alınmıştı ama bunların arasında operasyon sırasında iktidardaki partinin mensupları da vardı. Ama aynı zamanda hayır, çünkü daha önceki zamanlarda da İtalya'da bir çok savcı ve yüksek rütbeli polis bu çetenin üzerine gitmiş ama hemen hemen hepsi ya suikastlerle yok edilmiş ya da çeşitli komplolarla görevlerinden el çektirilmişti.

Şimdi bonus sorusu geliyor. Peki bu kadar derin çeteleri temizleme başarısını göstermiş İtalya neden hala güneyindeki Sicilya mafyasını bir türlü çökertemiyor?

Objektif her insanın görebileceği gibi İtalya'da ki temiz eller operasyonu da Amerika'nın icazetinde yapılmış bir operasyondu. Örgüt gerektiği gibi kullanılmış, miadını doldurduğunda yani komünizm tehlikesi ortadan kalktığında tasfiye edilmişti.

Bizde ki olaya gelince,iddia edilen örgütün soğuk savaş zamanında SSCB'ye karşı kurulduğu, bu operasyonun arkasında Amerika'nın olduğunu iktidara en yakın yayın organları dahi kabul ediyorlar, tabi onlar olayı anti-natocuların tasfiyesi olarak yorumluyorlar. Ama kendilerine şu soruyu sormuyorlar; (Onların varsayımıyla bu kişilerin çeteci oldukları düşünülürse) Bir kere içeri alınan insanların çoğu sol partilerle ilişkili, dolayısıyla, zamannında Amerika'nın sola karşı solcuları kullandığı bir örgüt ortaya çıkıyor. Diğelim ki bu kişiler solcu görünümlü ajanlar; Amerika kendi elleriyle yarattığı bir örgütü çökertiyorsa eğer bunun boşluğunu neyle dolduracak? Bugün oluşturulmaya çalışılan F-tipi örgütlenmenin sonunun da bir gün Amerika'nın kendileriyle işi bittikten sonra aynı olacağını göremiyorlar mı?

Tabi bu sorular ancak ortada gerçekten bir örgüt varsa anlam bulabilecek sorular. Çünkü kamuoyunda büyük bir kesimin inandığı gibi bu operasyon çete adı altında yürütülen, bir kaç ismin dışında tamamen cumhuriyetçi aydın kesimi kırmaya yönelik bir operasyon.

Bakalım bu olay sonuçlandıktan sonra ülke gerçekten "çete-free" bir ülke mi olacak? Yoksa bizim de başetmek zorunda kalacağımız "Sicilya mafyaları" olacak mı?

Bir de neden bu operasyonda o kadar emekli-muvazzaf subay, polis vs. içeri alınırken bir tane mayfa babası alınmadı? Hani içeri alınanlar bunlarla ortak silah uyuşturucu falan kaçırıyordu?

24 Ocak 2009 Cumartesi

O.C. ye sevgilerle


Orada gerçeğiyle tanışman dileğiyle Uygar'cığım...:)

Bence Doğru Seçim


İETT şoförü belediye başkanı olur ses çıkmaz, muhallebici olur ses çıkmaz, pavyoncu olur yine ses çıkmaz, Amerika'da Schwarzenneger ekonomisi bizden büyük California'ya vali olur, ama bizde Kılıçdaroğlu aday olursa kıyamet kopar.
Öncelikle Baykal'ın İstanbul adaylığıyla Kılıçdaroğlu'nu harcadığı iddiasına katılmıyorum. CHP Odun Kalasoğlu'nu aday çıkarsa bile İstanbul'da %30 sabit oyunun olduğu unutulmamalı. 2004 seçiminde AKP ile CHP'nin arasında %17.5 luk bir fark vardı.Bu süreç içerisinde AKP'nin yıpranmasını Kılıçdaroğlu isminin de AKP dışında tüm diğer siyasi yelpazedeki seçmenin üzerinde birleşebilinecek olması, CHP için artı bir faktör. Bu durumun AKP'yi korkuttuğu da bir gerçek, Kılıçdaroğlu'nun kendisiyle ilgili yolsuzluk belgeleri olduğunu açıkladığı muhallebici Kadir Topbaş, sorulan sorular üzerine Kılıçdaroğlu'yla ekran önünde tartışmaya girmeyeceğini, tek muhattabının halk olduğunu söyledi (klasik popülist yaklaşım, sayın Topbaş muhattap gördüğün halk sana şurada şu yolsuzluk neden yapıldı diye sorabiliyor mu? Hem Kılıçdaroğlu ona oy verecek olan halkı temsil etmiyor mu?) Kaldı ki Kılıçdaroğlu seçilemese bile milletvekili olarak meclise döneceğinden belgeli muhalefetine kaldığı yerden devam edebilecektir.
Benim esas güldüğüm nokta, Kılıçdaroğlu'nu eleştirenlerin onu belediyecilikten anlamamakla ve tek özelliğinin dürüstlüğü olması yönünde suçlaması. Yukarıda bu ülkede kimlerin belediye başkanı olabildiğini saydım. Bu kişilerin yanında SSK gibi bir kurumu idare etmiş bir yöneticinin belediye başkanlığını çok daha iyi kıvıracağına inancım tam. Kaldı ki Kılıçdaroğlu başında Gürsel Tekin ve Alper Ünlü'nün bulunduğu belediyeciliği iyi bilen bir ekiple çalışacak.
Dürüstlük konusuna gelince, Kılıçdaroğlu'nun bu özelliğinin ön plana çıkması, Türk siyasetinin içinde bulunduğu rezil ortamın resmidir. Ama onun bu özelliği üzerinden eleştirilmesi de ayrı bir rezilliktir. Bu ülkede herkesin hem fikir olduğu bir konu vardır, o da belediyelerde dönen vurgun. İşte bu ortamda, CHP İstanbul halkının kendini soymama garantisi olan bir aday sunmakta.
Unutmamakta fayda var, yerel seçimlerde İstanbul'un kaybı AKP'yi sonun başlangıcına sürükleyecektir. O yüzden Kılıçdaroğlu'nun başarısı Türkiye'nin geleceği için çok önemlidir.

Taraf Bostanından Çıkan Cacıklık Mamül


Evvelki gece 32. gün programında sivri çıkışlarıyla bir çoğumuzun sinirlerini hoplatan biri vardı. Rasim Ozan Kütahyalı... Kendisi, Taraf gazetesinde Oray Eğin muadili olarak köşe sahibi yapılmış (ki Eğin'in tırnağı olamaz) zamanında Deniz gezmiş'e desteksiz sallayarak dikkat çekmeyi başarmış, genç bir arkadaş. Tüm program boyunca "sesin ne kadar yüksek çıkarsa o kadar inandırıcı olursun" taktiğiyle bağırıp çağıran, aksi fikirleri savunan konuklara sataşmaya çalışan Kütahyalı, Ümit Özdağ'dan Türk milliyetçiliği ve emperyalizm üzerine sıkı bir ayar alıncaya kadar bu tutumunu sürdürdü.

Gerçekten bazı şeyler bana çok komik geliyor. Mesela Taraf'ın çıkışındaki sloganlardan biri nedir? Baskın Oran'ın seçim çalışmalarında kullandığı "ezber bozmak". Ama Kütahyalı'yı incelediğimizde bunun böyle olmadığını net olarak görüyoruz. Kendisi bir neo liberal-aydın maskesi altında bilinen söylemleri tekrar ediyor, sunduğu yeni bir şey yok. Dahası bu arkadaş cehaletiyle bu maskeyi bile taşımakta zorlanıyor. Bakın ne diyor 32.günde Kütahyalı;
"Ergenekoncuların bir numaralı dostu neo-conlardır. Bu neo-conlar fethullahçıları hiç sevmezler, onları alnından vurulması gereken pis bir müslüman olarak görürler, zaten İlhan Selçuk'un Michael Rubin'le telefon görüşmeleri ortadadır. Amerika'da fethullaçıları destekleyen grup solcu demokratlardır"

Şimdi bu lafları edebilen birinde gram zeka ve bilgi kırıntısı olduğu iddia edilebilr mi? Hani Taraf'ın o çok övündüğü entellektüalite? Bir olay bu kadar mı gerçeklerden uzak yorumlanabilir. En sondan başlayalım, Amerika'da ne Cumhuriyetçiler ne de Demokratlar solcudur. Sadece demokratlar sendikalara yakındır ama yine de iki partininde beslendiği kaynaklar aynıdır, o da büyük sermaye guruplardır, başkanın kim olacağına onlar karar verir(bkn vahşi bush döneminden sonra barışçı obama, e zamanında neo-con bush'a oy veren biri nasıl gidip zenci obamaya oy verdi?) ve dolayısıyla eninde sonunda ikisi de bu gurupların çıkarı için çalışır. Eğer solcu bir parti varsa Amerika'da o da Yeşillerdir(bkn. Ralph Nader) Engin Ardıç'ın demokratları "solcu" olarak görenlere sarfettiği cümleleri burada tekrar etmek istemem. İkinci nokta madem bizde ki ergenekoncular neo-con cu o zaman neden bu operasyon Bush zamanında gerçekleşmesine izin verildi? Eğer Kütahyalı'nın bu konuda ki sözlerinin doğru olduğunu kabul edersek o zaman içeri alınanlar Ergenekon denilen olayla ilgisi olmayan kişiler olduğu sonucu ortaya çıkmaz mı? Rubin konusuna gelince İlhan Selçuk gibi bir gazetecinin bu gibi konuşmalar yapmasından daha doğal ne olabilir? Kaldı ki kendisi Obama kanadından kişilerle de görüştüğü bilinmektedir. Son olarak madem neo-concular fethullahçılardan bu kadar nefret ediyorlar, kendi iktidarları döneminde bu gurubun başının Pennsiylvania'da kalmasına neden göz yumdular?

Bu cevherler nasıl yetişiyor,keşfedilip parlatılıyor ve kamuoyuna sunuluyor, gerçekten merak ediyorum. Çünkü sakallı Celal'in dediği gibi "bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün".

21 Ocak 2009 Çarşamba

Yılmaz Özdil


Evet bazen oldukça populisttir, yazılarında çok anlam, derinlik vs. yoktur ama bugünkü yazısıyla yine dinci medyaya ayarı çok sağlam vermiştir.
Günlerdir mamülen emekli bir subayı sadece birilerinin ifadeleri ışığında karalayan ve söz konusu kişinin intihar etmesine yol açan süreçte, bu kişiye takılan madalya üzerinden Ahmet Necdet Sezer'e saldıran dinci medyayı, söz konusu madalyanın tamamı AKPlilerden oluşan bakanlar kurulu kararıyla verildiğini yazarak yerin dibine sokmuştur.
İki sorum var;
1)Bu ülkede kaç tane gazeteci, söz konusu şeref madalyasıyla ilgili yönetmeliği okumayı akıl etmiştir(hayır Özdil'e "araştırmadan atıp tutuyor" deniyor ya ondan soruyorum)
2)Star gazetesinde bu ülke için sakat kalmış bir komutanı bu şekilde karalayıp adamın intihar etmesine neden olan, onurlu devlet adamı Ahmet Necdet Sezer'e iftiralar atan kişilerin soyağacındaki dişiler hayatlarının bir döneminde istanbul karaköy ya da ankara bent deresi çevresindeki özel işletmelerde çalışmışlar mıdır?

Altı kapısı kapalıyken düşeş atmakla övünmek

Yıllar önce Fatih Altaylı'nın programında kürtçe eğitim konusu tartışılırken, AB yanlısı emekli bir büyükelçi kürtçe eğitimin önünün açılması gerektiğini savunurken, Fatih Altaylı sormuştu; "peki nasıl? devlet kürtçe kursu mu açsın" emekli büyükelçinin yanıtı netti "hayır, özel dershaneler verir eğitimi, milli eğitim bakanlığı da denetler".

Aynı kürtçe eğitim gibi kürtçe televizyonda aynı şekilde, ülkede yapılan yayınları denetleyen RTÜK gibi bir kurum varken pekala özel teşebbüs tarafınndan kurulabilirdi, sakın kimse "bunu hangi baba yiğit yapacaktı?" diye sormasın. 80 li yıllarda yaşamıyoruz artık, ülke demokrasi yönünden çağ atladı, mzgür gündem gibi pkk propagandası yapan bir gazete bile çıkabildiyse bu ülkede, isteselerdi G.Doğu lu sanayici ve işadamları biraraya gelip kısa bir sürede halledebilirlerdi özel tv işini, hele ki arkalarında hükümet desteği olduktan sonra.

Ama ne yaptı hükümet, devlete ait bütün işletmeleri "babalar gibi" özelleştirirken, gitti devlet eliyle televizyon kurdu. Bu ülke 74 değişik etnik gurubun yaşadığı bir ülke ve eğer devlet kendi eliyle resmi dil dışında etnik gruplardan birisine imtiyaz tanıyarak iş yaparsa bunun adı, üzülerek söylüyorum, hükümet eliyle ayrımcılıktır.

Bu noktadan sonra ülkedeki, çerkezler, zazalar, yörükler,lazlar,çepniler,avşarların da devletten kendi dil ya da lehçelerinde yayını talep etme hakkı doğmuştur. Ama kısa vade çözümler dışında hiç bir öngörü ve vizyonu olmayan hükümet sırf seçimlerde Diyarbakır'ı alabilmek için ülkenin dibine dinamit döşemiştir.

Seçim konusuna gelince AKP Diyarbakır'da ancak 3 ilçeden 1ini alır kanaatindeyim. Orada zaten insanlar uydudan kürtçe kanalları izliyorlar, TRT şeşin onlar için çok şey ifade edeceğini zannetmiyorum, sağlıklı reyting ölçümü yapılabilirse bu gerçek açığa çıkacaktır. Hem AKP madem bu kadar özgürlükçüydü, neden görevde olduğu 6 yılda onca kürtçe kursunu sırf kapısı standarttan 3cm dar, Atatürk portresiyle gençliğe hitabenin arası olması gerekenden daha fazla gibi gerekçelerle kapatılmasına göz yumdu. Daha öncede söyledim yine tekrar ediyorum bu ülke kürt sorununu hem kürtlerin hem de kendi ulusal çıkarlarına uygun bir şekilde çözmeye muktedir değildir, çünkü yeterli ekonomik güce ve üretime sahip değildir.Bundan dolayı da AB ve ABD'nin kendi çıkarlarını gözeterek bize dikte ettiği "çözüm"leri uygulama yoluna gitmektedir. İş işten geçmeden, dönüş olmayan yola girilmeden kürt politikası yeniden gözden geçirilmeli.

Gözlerim yaşardı


"o komünist zihniyeti, hala aşkla ve şevkle yaşamak isteyenler var." - 9 eylül 2006
"bu zihniyet komünizmin kalıntısıdır." - 18 ocak 2008
"hani sosyalist komünist geçinenler." - 5 nisan 2008
"iftira at tutmazsa iz kalsın. bu eski komünistlerin yöntemiydi onlar gitti, şimdi onların uzantıları devam ediyor." - 29 aralık 2008
Kendi deyişiyle komünistlerle(ki kendi gözünde tüm solcular komünisttir, çünkü bu sözleri hep CHP'yi eleştirirken sarfetmiştir) ilgili "en kalbi" duygularını çeşitli zaman ve yerlerde bu şekilde dile getiren sayın başbakan, büyük bir tesadüf eseri yerel seçim arefesinde Nazım Hikmet'e T.C. vatandaşlığının iadesini gündeme aldı. "2002 den beri aklınız neredeydi?" diye sorulabilinecek olsa da, haddim olmayarak sayın başbakan'a komünizmle ilgili bir hususu öğretmeyi görev olarak adlediyorum.
Sayın Başbakan,
Komünizmi benimsemiş insanlar için nüfus kağıtlarında bir ülkenin vatandaşı olduğunun yazması önemli değildir, hatta istenmeyen bir şeydir. Çünkü komünizm ülkeler arasında sınırların kalkmasını savunan bir "ütopya"dır(tabi bu bir gün gerçekleşirse ütopya olarak kalmayacaktır ve bakınız sosyalizm-komünizm farkı 101). Dolayısıyla, her ne kadar doğduğu toprakları ve insanları canından çok sevse ve hatta ülke hasretini dizelerinde işlese de Nazım Hikmet bugün yaşıyor olsaydı sizin bu populist çabalarınıza gülüp geçerdi. Eğer Nazım Hikmet'e yapılan haksızlıklar konusunda gerçekten samimiyseniz gelin eğitim müfredatına onun eserlerini koyun. Genç nesile abdest suyunun alyuvarlara iyi geldiği hurafeleri yerine Nazım Hikmet'in hayatını ve mücadelesini öğretin, tabi yine dediğim gibi "samimi" iseniz...

Sezarın Hakkı Sezara

Hıncal Uluç'u bu blogda yerin dibine sokmuşluğum vardır. Ancak son 3 gündür ergenekon olayı ile yazdığı yazıların herbirinin altına imzamı atarım. Üşenmeyin ve okuyun, önceden yazılan ve şimdi sahneye konan senaryoyu net olarak göreceksiniz.

15 Ocak 2009 Perşembe

Ölünün arkasından iftira atan adam

Kaç gündür aklımda, ama bir türlü yazmaya fırsat bulamadım. Taraf Radyo Televizyon'da geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve tüm solcuları "pis komunist- amerikan uşağı" olarak yaftalayan Şahların Labirenti belgeselinde, Ökkeş Şendiller'in Maraş olaylarıyla ilgili yaptığı açıklamalar büyük tepki topladı. O olaydan beraat eden (dönemin kayıtlarında Şendillerin aleyhine onca görgü tanığı ve ifade olmasına rağmen) Şendiller olayların Hrant Dink'in içerisinde bulunduğu bir örgüt tarafından başlatıldığını belirterek, kanıt olarak 6-7 kadar sünnetsiz ceset bulunmasını göstererek "bunların alevi ya da sünnilerle ne işi var?" diye sordu.

Hayatta olmayan ve dolayısıyla kendini aklaması imkansız biri için bu tip iftiralarda bulunan bir insana söyleyecek lafım olamaz, ama sünnet konusuna gelirsek; Ökkeş Şendiller gibi kendisini has anadolu çocuğu olduğunu iddia eden birinin kendi topraklarının ve insanlarının gerçeklerinden bu kadar uzak olması inanılır gibi değil. Ben G.Doğu'da asteğmenken askerlik şubesinde muayeneye gelen gençlerin azımsanmayacak bir kısmı sünnetsizdi. Bulunduğum yerin tamamını müslüman nüfus oluşturuyordu, ama "allahın dağı" diye tabir edeceğimiz yerlerde yaşayan o çocukların çoğunu ailesi o güne kadar sünnet ettirememişti.Bunun nedenlerinden biri fakirlik, sağlık hizmetlerine uzaklık vs olduğu gibi, özellikle kırsalda insanların çok çocuk yapması ve onlarları "saldım çayıra mevlam kayıra" anlayışıyla büyütmesidir. 2000li yıllarda durum böyleyken 70 li yılların Maraşında da sünnetsiz müslümanların bulunması son derece doğaldır, doğal olmayan bu tip insanların halen çıkıp devletin televizyonunda insanlara iftira atmasına izin verilmesidir.

Dincilerde aniden depreşen vatan sevgisi


Kemal Kılıçdaroğlu'nun, ergenekon operasyonunda Yalçın Küçüğün içeri alınmasını eleştirirken sarfettiği "kimse, yalçın küçük'ün haklı bir gerekçeyle tutuklandığını bize izah edemez" sözünün üzerine dinci medya her zaman ki gibi çarşaf çarşaf Yalçın Küçüğün zamanında PKK kampları ve bölücü başı ile çetilmiş fotoğraflarını yayınladı. Verilmek istenen mesaj net; al sana gerekçe.
Ergenekon operasyonu boyunca durmadan "bağımsız yargı" "yargı kararlarına saygı" gibi bildik sloganları durmadan tekrarlayan dincilerin iki yüzlülüğü bu olayla yine tescillenmiş oldu. Çünkü Küçük yıllar önce söz konusu fotoğraflardan yargılanmış ve beraat etmişti. Hadi diyelim, Küçük bu olaydan dolayı hüküm giymiş olsun, bu onun ergenekon olayı nedeniyle içeri alınmasına haklı sebep teşkil eder mi? Bu fotoğrafları koyanlar bu kadar mı hukuk nosyonundan uzak insanlar? Elbette değil, ama işlerine öyle gidiyor (nasıl olsa beş vakit namazdalar günahları affedilir bir şekilde)
Peki bugün en has vatansever kesilen bu kesim geçmişte ne yapmaktaydı? 90 lı yılları hatırlayın, Hasan Mezarcı'ları(daha kafayı sıyırmamıştı) ve onları destekleyen medyayı. Tek kelime milliyetçilikle ilgili laf ağızlarından çıkıyor muydu? Kimin aitti "bizim derdimiz anadolu islam devleti, bu kurulunca kürtlere karışmayız" lafı? Bugünün "milliyetçi neferlerininin" elini öptüğü Erbakan hoca değil miydi "Ne demek ne mutlu Türküm demek! Sen ne mutlu türküm dersen, öteki ben kürdüm, daha mutluyum, daha çalışkanım der" diyen. Sevsinler sizin milliyetçiliğinizi, ayrıca tebrik ederim, zira omurga olmadan namaza durabilmek büyük başarı!

Taraf Radyo Televizyon


Komedi kulübü TRT2 de yayınlanır olmuş da haberimiz yokmuş. Artık işler öyle bir raddeye ulaştı ki, bu noktadan geriye dönüş nasıl olacak gerçekten bir tahminde bulunmak çok zor.
Rezalete bakar mısınız! TRT'nin görevi, kar amacı gütmeden tarafsız bir biçimde halkı aydınlatmak, bilgilendirmek ve eğitmek(sanat-kültür programları çerçevesinde)tir, halkın parasını gidip binlerce muadili olan aptal futbol programlarına cemaatçi futbolcular çıkarmak için saçmak, yine binlerce benzeri olan türkü yarışmalarını düzenleyip jüri diye çıkardığı bir takım insanlara dünyanın parasını vermek, Ökkeş Şendiller gibi canileri belgesel adı altında tv ye çıkarıp ölmüş insanlara bok atılmasını sağlamak değil. Bu ülkenin şerefli Yargıtay onursal başsavcısının evinin aranacağını polisler gelmeden 4 saat önce sevinç çığlıklarıyla yayınlamak hiç değil.
Bir gün ak dediğine ertesi gün kara diyen, kimlere hizmet ettiği belli olmayan, geçmişi karanlık ve dengesiz bir adamla 4 saat program yapılıyor.Bu yapılan yayın yukarıda saydığım görevlerin hangisiyle ilişkilendirilebilir. Tamamen subjektif, taraflı bir bakış açısıyla halkın beyni yıkanmaya çalışılıyor.
Tuncay Güney'in oraya çıkarılış nedeni nedir? Cevap Ergenekon olayı. Eğer bu adamı özel bir kanal çıkartıp konuşsa ki, M.Ali Birand kanal d de bunu yaptı, kimse sesini çıkaramaz. Çünkü işin içinde reyting var. Ama özellikle iktidarın ve borazanlığını yapanların unuttuğu bir husus var, "Ergenekon terör örgütü" tanımı emniyetçe yapılmakta, dolayısıyla bu oluşumu terör örgütü olarak niteleyen bir yargı kararı henüz mevcut değil, zaten bir çok aklı başında insanın itirazı bundan kaynaklanıyor, normalde savcı araştırma yapıp emniyete bilgi vermesi gerekirken, emniyetin yaptığı çalışmalardan savcılık hareket ediyor.TRT bunu bile bile, bu olayda güya "kilit isim" olarak gösterilen adamı televizyona çıkartıp, kişilerin ve kuruluşların töhmet altına alınmasına çanak tutuyor.
Ayrıca şunu da çok merak ediyorum. Israrla Tuncay Güney'in mahkemede ifade vermesine çalışılıyor. Elbette mahkemenin talebine denilecek bir şey olamaz, kendilerinin böyle bir yetkisi var ve Güney'in bir şeyler bildiği gerçeği var. Ama şu soruyu sormaktan da kendimi alamıyorum; İddanamenin 2500 sayfa olduğu ve ek 450 klasörün bulunduğu söylenen bir davada, böylesine dengesiz, tutarsız bir adamın ifadesinde verdiği bilgilerin doğruluğu nasıl saptanacak. Adamın söylediklerini hangi zaman dilimi içerisinde sağlıklı bir biçimde iddanameyle örtüştürebileceksiniz.
Demek istediğimi bir örnekle somut hale getireyim ki daha iyi anlaşılsın; Bugün sizin için yapılmış tek sayfalık bir şikayet için adliyeye gittiğiniz de, savcı tarafından ifadenizin alınması ortalama 45 dakika kadar sürmekte, bu süreye zaptın hazırlanması, kontrol vs. dahil değil. Davada Tuncay Güney kilit isim olduğu için iddanamenin büyük bölümünde bilgisine başvurulacak. Dolayısıyla demin belirttiğim süreyi 2500+450 klasörle çarpın, mahkemenin Tuncay Güney'in tutarsız açıklamalarını diğer sanık ve tanık ifadeleriyle karşılaştırıp, 2500 sayfa+450 klasörlük iddanamede hangi olaylarla örtüştüğünü bulmaya çalışırken sarfedeceği zamanı hesap edin. Buna ömür yetmez.
Bu dava süreci içerisinde dikta olma heveslilerin niyetleri çok güzel bir biçimde açığa çıkıyor(anlamak isteyene elbette). Maalesef gerçekten dışarıdan birileri bu olayın savcılığına çoktan soyunmuş. Eğer gerçekten sorumlular bulunmak ve olayın aydınlatılması istenilseydi, TRT nin bu tip yayınlar yapması en başından engellenirdi.

14 Ocak 2009 Çarşamba

Her devrin kadını

Normalde direkt alıntı yapmamaya özen gösteririm bu blogda. Ama hakkında hiç de olumlu düşüncelere sahip olduğum birinin ipliği pazara çıkaran bir yazı görünce dayanamadım:) ekşisözlükte okuduğum bir yazıdan yola çıkarak bu yazıyı yazıyorum.(Alıntı sadece bir bölüm geri kalanlar benim düşüncelerimi içermekte)

İ.Melih Gökçeğin dişi versyonudur gözümde Nazlı Ilıcak. Dam de sion ve Louzanne mezunu olmasına rağmen konuştuğunda en fazla, her hangi eğitimsiz bir kadın (erkek de elbette) kadar zeka pırıltıları ve entellektüalite sergileyebilen bir insandır. Kısacası büyük ama içi bomboş bir küptür. Bugüne kadar gündemde kalabilmesi her kesimin bildiği üzere her iktidara yakın durmasıyla mümkün olmuştur, zamanında uçakta onca kişinin şahitliğinde Mesut Yılmaz'a "İzin verin yağdanlığınız olayım" sözü bunun hem ispatı hem de gazetecilik adına yüz karası bir durumun tescilidir. Aslında bu kısmı fazla uzattım, evladı "wonderkid" M.Ali Ilıcağın adının zikredilmesi dahi yeterdi.

Geçenlerde ekşisözlüğü okurken Nazlı Ilıcağın bir beyanına denk geldim, aynen alıntı yapıyorum;
" bu durumda, ibrahim şahin neyle suçlanıyor? daha doğrusu nasıl suçlanıyor? günah keçisi arayıp, "kana susamış medyayı" rahatlatmak istiyorsanız, 1984'ten beri terör konusunda ülkemizde büyük hizmetler vermiş olan, bu uğurda teröristlerle girdiği göğüs göğüse mücadelede defalarca yaralanan ibrahim şahin'i bari seçmeyin.ibrahim şahin, üç defa israil'e, bir defa iran'a, bir defa suriye'ye, avrupa'nın bütün ülkelerine ve abd'ye, bazen yeşil, bazen kırmızı pasaportla gitti. sadece çok önemli görevlilere verilen, avrupa'da silâh taşıma izni ona verildi. şahin, özal'ın yurt dışı seyahatlerinde, gizli korumasıydı. işte günah keçisi haline getirilen ve hapse atılmak istenen adam bu. onu iyi tanıyın ki, yapılmak istenen kötülüğü daha iyi kavrayın."

Şok oldunuz değil mi! Nasıl olur da bizim demokrasi neferi biricik Nazlı teyzemiz, hem de Ergenekon olayının açığa çıkması için hükümete ve savcıya o kadar destek verirken, olayın önemli sanığı konumunda olan bir kişinin böylesine arkasında durabilmişti?

Ama tabi ya! Nazlı hanım o yazıyı Susurluk zamanında yazmış. E ne de olsa kendileri o zaman Erbakan hoca ve Çiller'le çok yakındı ve o zaman ki "konjonktür"de o şekilde yazması gerekmekteydi. Zaten kendisi dün yayınlanan yazısında Susurluk ve Ergenekon'un bambaşka şeyler olduğunu belirtti (1.yerseniz, olmadıysa 2.çevir kazı yanmasın:)

Şimdi görüyor musunuz, bize entellektüel,demokrat, aydın diye tanıtılıp( Elbette bir çok dürüst aydını tenzih ederim), yaptıkları programlarla, yazdıkları yazılarla hayatımızda yer işgal eden, düşünce kirliliği yaratan insanların aslında ne olduğunu... Bunu söylüyorum çünkü önyargısız insanlar olarak bunları (Ilıcak familyası, Emre Aköz, Nur Çintay, Ekrem Dumanlı,Mümtazer Türköne ki kendisi susurluk zamanı Çiller'in danışmanıydı ve benzerleri) dinlediğinizde kafanızda "ya adamın dediklerinde haklılık payı varsa" diye düşünüyorsunuz, resmen "fikri dezenformasyon"a maruz kalıyorsunuz ve neye inanacağınızı şaşırıyorsunuz. Halbuki onların amacı bu değil sadece yaratılan kaos ortamından rant elde etmek( Mesela Aköz için bir şişe Talisker:). Ama artık omurgasızlığın kamuflesi eskisi kadar kolay değil. Görüldüğü gibi yazılan her yazı digital ortamda arşivlenip hiç beklenmedik bir anda karşınıza çıkabiliyor. Umarım Türk halkı bunların farkına varır da, (adalet bakanımızın egenekon davası için söylediği cümleden alıntı yaparak söylüyorum) medyanın bağırsaklarındaki bu pisliklerin dışa atılmasını sağlar.

8 Ocak 2009 Perşembe


"Türkiye hiçbir zaman hiçbir dinci diktanın ve akla gelebilecek her türlü diktanın yerleşemeyeceği özgür bir ülke olarak kalacaktır"

Engin Ardıç

Engin Ardıç'la siyasi görüşlerim hiç örtüşmese de fikirlerine değer veririm. Entellektüel birikimi sayesinde resmi olmayan tarih ile ilgili çok şey öğrenmişimdir, ayrıca yazılarını okumak ayrı bir keyiftir. Çünkü okurken adamı sıkmaz, bizim gibi sıradan insanların anlayabileceği dilden yazar, çok güzel küfür eder, adamla dalga geçer.
İşte bir okuyucu olarak insanı en çok üzen şey ise, herşeye rağmen okumayı sevdiği yazarın ikiyüzlülüğünü yakalamasıdır. Evet malesef Engin Ardıç ikiyüzlü bir yazardır, bugünkü yazısıyla bu tescillenmiştir.
Bakın ne diyor Sabah'taki yazısında özetle Engin Ardıç; Zamanında SHP, İSKİ marifetiyle büyük vurgun yaptı, bugün görüyoruz ki İzmir'de bazı CHP'li belediye başkanları yolsuzluk suçlamalarıyla göz altına alındı, Çankaya'da durum zaten malum. Tüm yolsuzluğu AKP'nin üzerine yıkan medyanın tezgahı ortada.
Öncelikle daha önce CHP'yi yerden yere vurduğum yazılar arşivde mevcuttur, ve evet CHP'de de hırsızlar mevcuttur, ama Ardıç'ın okuyucuya bilerek söylemediği husus şudur ki; İSKİ olayı dahil Ardıç'ın örnek olarak gösterdiği tüm yolsuzluklar yargıya intikal etmiş ve sorumlular cezalandırılmıştır. Hatta Çankaya'da bizzat CHP kendi belediye başkanı için savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Peki AKP'den herhangi bir belediye başkanı yolsuzluktan yargılanmış mıdır (belediyeleri soruşturma izin yetkisinin iç işleri bakanlığında olduğunu hatırlatırım)? Hadi diyelim ki Engin Ardıç yolsuzluk konusunda hassas ama bu hususu gözden kaçırdı, peki Kılıçdaroğlu'nun İ.Melih Gökçeği rezil ettiği tartışmadan sonra ne yazmış Engün Ardıç?
Duello Geyiği (Yazının sonunu aynen aktarıyorum)
On dakika kadar baktım, sıkılıp düğmeye bastım, "zapladım", başka kanala geçtim.İlle çekişme istiyorsam, Dilber HalaTahsin Sütçüoğlu çekişmesini izlerim, o daha keyiflidir.Melih Gökçek doğalgaz sayaçlarını kaça almış, kaça satmış? Ben İstanbul'da oturuyorum, bana ne yahu? Bürokratlar ve bürokrat ruhlular Ankara'yı "dünyanın merkezi" sanmaktan ne zaman vazgeçecekler?
Sayın Ardıç; koskoca Ankara'dan size neyse, İzmir'in küçük bir ilçe belediyesiyle neden ilgilisiniz? Bir şehirde yaşanan yolsuzluğun sizin nezdinizde soygun sayılabilmesi ve ilginizi çekebilmesi için ille de "burjuva ruhu" taşıyan bir şehir mi olması gerekir?Yoksa AKP'li ya da CHP'li olması farkı mı? Soruyorum sizlere bu ikiyüzlülük değildir de nedir?

7 Ocak 2009 Çarşamba

"BOP"paaaaa

Öncelikle İsrail'in vurduğu topraklarda ölen çocuklar için içim parçalanıyor, ama elden de bir şey gelmiyor. Hepimiz ekonomik kriz vs. kendimize dert ediyoruz, ama bu ülkede yaşayan kimse akşam evinde otururken kafama bomba yer miyim korkusuyla yaşamıyor. Bu yüzden bu ülkenin ve onun mimari Atatürk'ün değerini iyi bilmeliyiz.

AKP iktidarının bu ülkede beyinlere kazımak istediği bir başka konuda bürokrasinin işlevsizliği. Elbette her türk vatandaşının bu konuda şikayeti vardır ve düzeltilmesi gereken konular olduğu açıktır, ama AKP'nin bunlardan ziyade devlet kademesinde istediği zihniyetin kök salması için bürokrasiye saldırdığı da su götürmez bir gerçektir.

Bürokrasinin bir ülkede ne denli hayati olduğu geçtiğimiz günlerde ortaya çıktı. İsrail başbakanı Olmert görev süresi sona ermeden ülkemize geldi ve 5 saati aşkın bir süre Erdoğan'la biraraya geldi. Basın açıklamasında bunun bir veda ziyareti olduğu söylendi, ama aklı başında hiç kimse 5 saat neyin vedası yapıldığını anlayamadı.

İşin iç yüzü, İsrail Filistin'e saldırdığında ortaya çıktı, Olmert bunun için gelmişti. Ne var ki başbakan Erdoğan, saldırı üzerine "İsrail bana yalan söyledi" açıklamasını yaptı. Bunun üzerine İsrailin Ankara büyükelçisi de Olmert'in Erdoğan'a; bu türde bir saldırı yapılacağını ima ettiğini ama elbette açıkça söylemediğini açıkladı.

Ben BOP un eşbaşkanıyım lafının nasıl boş olduğunu bu olay sayesinde bir kez daha gördük, nedense arabulucu olarak Mısır seçildi. Zaten bunun bir kandırmaca, kişisel tatmin (aslında durumu ifade edecek daha ağır bir laf var ya neyse) olduğunu biliyorduk. Ancak burada öne çıkan bir husus daha vardı, o da bürokrasinin devlet yönetimindeki önemi. Bir başbakanın her konuda bilgi sahibi olması beklenemez, ama adam gibi bir ekibinin olması beklenmelidir. Ne var ki bu iktidar her konuda olduğu gibi dışişlerinde de bürokrasiyi yok sayıp, kendi "vasıfsız" adamlarıyla bir şeyler yaptığını sandığı için, her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Öyle ki ülkenin Dışişleri bakanı 42 yaşında bir endüstri mühendisi. Çok merak diyorum kendisi o koltuğa oturmadan önce dış politikayla ilgili kaç kitap okudu. E bakanın böyle olunca, bir de üstüne üstlük ona yol göstermesi gereken bürokratları da dinlemeyip, Zapsu ve benzerlerinin aklına uyarsan, İsrail'in yaptıkları karşısında anca "Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste" dersin (ayrıca bu lafla işin allahın insafına kaldığını da itiraf edilmiş oldu) , dediğinle de kalırsın. Nur içinde yatsın rahmetli annanem de haksızlıklar karşısında aynı lafı ederdi ama evde oturup örgü örerdi, ülkeyi yönetmek gibi bir düşünce geçirmezdi içinden. Koskaca ülkenin başbakanının ettiği lafa bakar mısınız? Birilerinin ona şunu söylemesi şart; "Sayın başbakan sen bakkal mehmet efendi değilsin, tamam israil'in yaptıkları kabul edilemez bir vahşet ama senin gözetmen gereken dengeler var, tarihten gelen stratejik ortaklıkların var bu lafı ettikten sonra biri çıkıp filistin'i bombalayan israil jetleri neden konya ovası üzerinde eğitim yapıyor o zaman derse ne diyeceksiniz? Eğer ille bunu protesto edecekseniz kullanmanız gereken diplomatik lisan şudur"

"Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste" çok takıldım bu lafa, var mıdır dünya üzerinde böyle laflar eden başka bir lider? George W. dahi etmez böyle bir laf. Düşünsenize biri Amerika'yı kandırmış Georgie boy beyanat veriyor; "This is for Iran who denies its mass-destruction missiles! LIAR LIAR YOUR PANTS ON FIRE!" ne kadar absürt değil mi, ama bir o kadar acıklı ki ülkemizde yaşanan bu.

Bu iş Çölaşan alınıncaya kadar devam eder


Sürek avı tüm hızıyla devam ediyor, öyle ki bu ülkede Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılarının evi dahi aranır oldu. Hayır anlamadığım bir husus var, 80 li yıllarda üniversitede olanlar hep anlatırlar "filancayı solcu bilirdik, meğer devletin adamıymış, ya da bizim bozkurt bilmem kim meğerse sovyet ajanıymış" bu ergenekon ne salakmış kardeşim, adamlar hiç organize olamamış, hep insanların gözüne soka soka muhalefet yapmışlar. Akıllı olsalar mevcut iktidarın içine bir kaç adamını sızdırıp, hükümeti içeriden oymaya çalışmazlar mıydı hiç? Öyle ya soğuk savaştan beri var olan bu yapı nasıl oldu da bunu akıl edemedi hiç acaba? Tarih bu ülkeyle nasıl dalga geçildiğini sonraları yazacak ama iş işten geçmiş olacak. Ama merak etmeyin sizleri İ.Melih Gökçeğin şerefiyle temin ediyorum ki, şu Çölaşan'ı da aldılar mı içeri acayip demokratik bir devlet olacağız! Valla!

5 Ocak 2009 Pazartesi

To whom it may concern ALLAH BELANIZI VERSİN!

Bu lafım, ölen 7 gencin yılbaşını kutladıkları, kadınlı erkekli, içkili parti yaptıkları için ölmeyi hakettiğini düşünler ve bunu dile getiren bir kısım medya kuruluşları içindir. Onlara bir de şu soruyu sormak istiyorum; sizin mantığınızdan hareketle, Konya'da kuran kursu yurdunda gaz patlaması sonucu ölen 18 günahsız kız ne yaptı da ölmeyi haketmiş oldu? Ayrıca ekliyorum, Tanrıdan dileğim bu felaketin bin beterini size yaşatmasıdır, amin.

Suçlusunuz çocuklar, çünkü bu ülkede yaşadınız



Yılbaş sabahı erken kalkıp, her zaman ki gibi internette gazeteleri okurken öğrendim haberi, "flaş" başlıklar altında geçiyordu, sadece "Ankara birlik mahallesinde 7 üniversite öğrencisi doğalgaz sızıntısından öldü" yazıyordu. Eminim o haberi okuyan herkesin içinde "acaba benimde bir tanıdığım o evde mi" diye bir korku düşmüştür, nitekim ben de yılbaşı için erken bir saaat olmasına aldırmayıp çevremde aklıma gelen bir kaç kişiyi aradım.

Öncelikle bu olaydaki bazı faktörler kader olarak açıklanabilir. Bunun başında olayın yeni yıl gecesi meydana gelmiş olması geliyor. Sızıntı başka bir gün olsaydı bugün büyük ihtimalle diğer altı genç yaşıyor olacaktı.

Ama bazı hususlar ve kişiler var ki, isyan etmemek elde değil. Bunların başında Başkent Gaz Genel Müdürü Veysel Tiryaki ve temsil ettiği zihniyet var. Gelin, basın toplantısını "Cuma'ya gideceğim", diyerek bitiren müdürün sözlerini teker teker ele alalım.
- Gençler çıplaktı (Olsa sanane "el"veren demek istiyorum ama zaten böyle bir şey olmadığı açıklandı, dolayısıyla iftira, yanılıyorsam düzeltin ama iftira islamda büyük günah)
- 80 daireli bir apartmanda ihbar olunca 80 daireyi de tek tek dolaşacak mıyız? ( Tabi boşaltacaksın Boy George! O ekiplerin işi ne George Michael?! Faturayı ödemeyi unuttuğumuzda gazı kesmek için "tek tek" kapıya gelmeyi biliyorsunuz ama, değil mi Elton John'cuğum. Burada ağır ihmal var, bu da günah)
- Lütfen bu tartışmayı uzatmayalım. Şirketimizin değeri düşüyor. ( paranın, insan hayatından önce tutulması... hmmm... I smell barbeque)

Bu arkadaş bence hayatı boyunca camiden çıkmasın, ama daha önemlisi bu ülkenin canına okuyan zihniyet burada eleştirilmesi gereken. Sırf kendi adamı diye, vasıfsız, niteliksiz adamların insanların hayatıyla ilgili makamlara getirilmesi. Hatırlayın yine bu zihniyetti, lokomotifin silndirleriyle oynayıp, "hamdolsun hızlı trenimiz var" diyen. Onca profesör ünvanlı insanın "yapmayın bu raylar bu sürati kaldırmaz" dediğinde "statükocu" olarak adlandırılıp kulaklar tıkandı ve bir kaç ay sonra resmi 39, birçoklarına göre 168 kişi hızlı trenin raydan çıkması sonucu can verdi.

Tıpkı tren kazasında olduğu gibi, bu olaydan da sorumlular yırtacak, belki gariban bir kaç işçi okkanın altına gidecek. Çocuklar öldüğüyle kalacak, olay da unutulup gidecek. Peki bu ülkede adam gibi yaşama imkanımız hiç olmayacak mı?

Yanıldım:(


- Oğlum Osman, amcana istiklal marşını tersten söyletiyorum, istediğin ne varsa şimdi söyle!(İçses) Kendimi şerefimle temin ediyorum ki yunan tanrıları şahaneliğinde bir tipim ve aynı mükemmelikte bir gülümsemem var! Yüce rabbimin bana bahşettiği bu lütfu seçim afişlerinde daha çok kullanmalıyım.
-Kaçırır mıyım hiç baba! Emmiiii emmiiii, benim şu Çankaya işi ne olacak bi de bağalım hele, hehe
- Tamam lan tamam halledecez! Lan "kardeşim" güldüğüme bakma, bıraksana lan, bir bağırıcam rezil olacaz elaleme!(İç ses) Ah ulan ah o garibana ananı al git demeyecektim, fena ahını aldık fakirin...
İ. Melih Gökçeğin üzerinin çizildiğini iddaa ettim ve fena halde yanıldım. O yüzden efendi gibi yanıldığımı kabul etmekten başka çarem yok. Yalnız her kendi halinde vatandaş gibi şu sorular aklıma gelmiyor değil;
- İnsan "kardeşim" dediği adamı aday yapmak için neden bu kadar bekletir?
- İnsan altını oyma girişimi belgeli bir adama(bknz.384 milyarlık anket) neden "kardeşim" der?
- Bu iki sorunun cevabı İ.Melih Gökçeğin vakıf olduğu yolsuzluk dosyalarının içinde mi gizlidir?

Yeniden Merhaba

Faranjit adamı öldürmüyor ama süründürüyor. Hayatındaki tüm soğuk algınlıklarını sadece portakal yiyerek atlatan beni, 4 ay sonra ikinci kez antibiyotik kullanmak zorunda bırakan bu illete lanet olsun.