30 Mart 2009 Pazartesi

Ben sana başkan olamazsın demedim, ADAM olamazsın dedim

Arşivden 2008 yılında yazmış olduğum "Aysun Kayaca'nın oyu ve İ.Melih Gökçek" yazımı okuyun, neden isyan ettiğimi anlayın.

22 Mart 2009 Pazar

Ben demiştim...

Papazın pilavı hep yemediğini unutan GS yönetimi, geçen yıl oynadığı kumarı bu sene de oynadı ama olmadı. Bir yanda Alman milli takımında yardımcı antrenörlük yapmış Skibbe, öte yanda "aslansın kaplansın" diyerek 25 yıllık kariyerini yok etme pahasına kukla edilen Bülent Korkmaz'ın arkasında takımının gizli patronu Adnan Sezgin... Farkın ne olduğu, kurulan kadrolarla ve oynanan futbolla apaçık ortada. Ne diyelim, geçmiş olsun...

17 Mart 2009 Salı

Egemen'den inciler


"Sosyalizmin iphone'u olmaz" Egemen Bağış (Bakan... öylece)
"Sen ilk önce youtube'u erişime aç, ondan sonra konuş bence" S.S.

Steroidin Zararları


16 Mart 2009 Pazartesi


Ergenekon davasında yargılanlara yönelik birinci suçlama nedir? Devletin demokratik düzenine karşı silahlı ayaklanma planı. Yani sonuçta tehlikede olan demokrasi. Nedir demokrasinin temel unsurlarından biri? Vatandaşların hiç bir baskı altında kalmadan hür iradeleriyle oy kullanmaları.
Hadi "verdiğiniz oyu cep telefonunuza kaydedin yoksa yardım alamazsınız" söylentilerini bir kenara bırakalım. Yapılan kömür ve gıda yardımlarını da... Peki suyu olmayan köye yapılan çamaşır ve bulaşık makinesi yardımı açık ve seçik olarak "hür iradeyi baskı altına almak" değildir de nedir? Demokratik düzeni yok etmeye çalışmaktan yargılanmanın şartı silah unsuru mudur? Bir adamı tabancayla öldürmekle, zehirleyerek öldürmek ya da boğarak öldürmenin yasal yaptırımı farklı mıdır?

Derin Devlet Üzerine...

İçinde bulunduğumuz siyasi ortamda süregelen Ergenekon operasyonu, bu davayı hem destekleyenlerin hem de karşı çıkanların zaman gazatesinin tabiriyle yaftalanmasına neden oldu. Özetlemek gerekirse bu operasyonu alkışlayanlar; kendilerine göre demokrat, insan hakları savunucu vs. iken karşı görüşe mensuplarca vatan haini, ikinci cumhuriyetçi, şeriatçı, amerikan uşağı olarak adlandırılırken, operasyona karşı çıkanlar kendilerini vatansever, milliyetçi, Atatürkçü olarak adlandırırken bu sefer karşı görüş tarafından ulusalcı, darbeci, enverci, faşist olarak nitelendirilmekte. Bu kamplaşma dolayısıyla olay yeterince sağlıklı bir zeminde tartışılamıyor.



12 Eylül'ün bu ülkeye yapılmış en büyük kötülük olduğunu savunan ben bu blogda Ergenekon operasyonun yürütlme biçimini en sert biçimde eleştirdim. Benim ve benim gibi düşünen milyonlarca insanın ortak fikri bu operasyonun esas amacının gerçekten pis işlere bulaşmış bir kaç insanla bu ülkede mevcut iktidara muhalif aydınları bir ilişkideymiş gibi gösterilmesi ve sindirilmesi.



Ama bu toz bulutunun içerisinde kimsenin görmek ve tartışmak istemediği esas bir konu var, o da derin devlet. Bir saniye için Ergenekon operasyonunun, gerçekten iyi niyetle gerçekleştirilen ve devletin içindeki tüm illegal unsurları temizleyeceğini düşünelim. Bu temizlik sonrası ne olacak? Her şeyin hukuka uygun yürütüldüğü, uygarlık seviyesinin en üst düzeyde olduğu bir ülkede mi yaşayacağız?



Hukuk insanların yarattığı ilişkiler ve kurallar bütünüdür. İnsan eliyle yaratılan her unsurun içinde hata olacaktır. Yani her türlü unsurun dahi kurallarla şekillendirilmesi ve düzene oturtulması, Newton yasasına göre ağaçtaki elmanın düşmesi kadar kat'i sonuçlar vermesini mümkün kılmaz. Ki bu bile esas mesele değildir.



Esas mesele şudur; Kanunlar bir insana içerisinde bulunduğu olağanüstü koşullar altında kanun ve hatta hukuk dışına çıkma iznini vermiştir. Mesela çok şiddetli fırtınaya yakalanan biri, sığınmak için kapısını kırarak bir eve girdi diye meskene tecavüzden ceza almaz, yeter ki bunu ispatlasın. Peki bu düzence insana tanınan söz konusu hak, devletlere tanınmış mıdır?



Yani bir devlet içerisinde buluunduğu olağanüstü şartlar ve hatta ulusal çıkarları nedeniyle hukukun dışına çıkması durumunda, uluslararası hukuk önünde bu durumu nasıl izah edecektir. Diyelim bu ortam sağlandı, her ülkenin kendine özgü şartları, çıkar ilişkileri var olduğundan ve neredeyse herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı bir dönemde, hukuk dışına çıkan ülkenin savunduğu tez nasıl adil bir ortamda tartışılabilecektir? Mesela zamanında neredeyse hergün bir diplomatımızı şehit eden ve Orly bombalamasına dek Avrupa ülkelerinin kıllarını kıpırdatmadığı ASALA üyelerinin yargılanmasını mı beklemek doğru olandı, yoksa bizzat harekete mi geçmek? Adamları birer birer öldürdükten sonra "n'apalım siz durdurmayınca biz durdurduk" diye bir savunma uluslararası hukukta kabul görebilir miydi? Ya da diyelim günümüzde çok önemli bir enerji anlaşması sözkonusu, öyle ki bu anlaşma sayesinde ülkedeki halk enerjiye çok ucuza ulaşacak. Bu yolla zincirleme reaksiyon halinde ülkede ki suç oranı düşecek, eğitime, sağlığa daha çok kaynak aktarılabilecek. Ama bu anlaşmayı engellemeye çalışan bazı guruplar söz konusu. Bunlarla mücadelede hukuk yolu(varsa elbette) tüketildiğinde ne yapılacak?



İşte bu yüzden "derin devlet" kavramı, legal devletlerin hukuk dışına çıkmak için kullandıkları bir araçtır ve ne kadar insan hakları, demokrasi vs. ye dahi aykırı olursa olsun en azından günümüz sistemi içerisinde en uygar devlette dahi var olacaktır. İstediğiniz kadar politik doğruculuğa aykırı bulun ama toplumun hayati çıkarı önünde bireyin haklarının savunabilirliği ütopik bir kavramdır, bunun batı dünyasında var olduğu da göz boyamaca ve aldatmacadır. Zamanında g.doğuda uygulandığı öne sürülen gayri nizamı harbin eğitimi batılı devletlerce verilmemiş midir? (O zaman ki cuntanın yaptığı, işkencelerin, yargısız infazların ve sürdürdüğü politikların bugün yaşananlardaki payı inkar edilemez)



Tabi tüm bunlardan bahsettikten sonra, bu ülkede süre gelmiş çarpık derin devlet anlayışını tasvip ettiğimiz sonucu çıkarılmamalıdır. Kelle başına prim aldığı için masum insanları öldüren, devletin kendine verdiği kanunun dışına çıkma yetkisini kendi çıkarına kullanarak, uyuşturucu, silah kaçakçılığından trilyonlar götüren, savaş çıkartan, aydınları katleden ve bizzat kendisi legal devletin başına bela olan şerefsizlerin üstüne en sert biçimde gidilmeli ve kökleri kazınmalıdır.



Elbette birileri çıkıp "sen kim oluyorsun da neyin bu devlet için iyi, neyin kötü olduğuna karar veriyorsun" diye sorabilir. Bu sorunun cevabı elbette bilmiyorum. Çünkü bu konuda yetişmiş biri değilim. Zaten esas mesele de bu unsuru ve oluşturanların konulara hakim, son derece eğitimli olmasında, kendi iç kanunları çerçevesinde ve tamamen devletin çıkarı için mücadele etmesinde ve en önemlisi devreye kanun önünde hiç bir şeyin yapılamayacağının kesinliği söz konusu olduğunda girmesi. "E istihbarat teşkilatı ne güne var" diyebilirsiniz. Zaten esas meselelerden biri de süregelen tartışmaların içine kurumun da dahil edilmek istenmesi ki bu çok yanlış.

Buradan tekrar "sen kanunsuzluğu savunuyorsun", "insan hakları düşmanısın" vs. diyenlere tekrar şunu söylemek istiyorum. Keşke dünya her insanın eğitim, sağlık ve sosyal ihtiyaçlarının en üst seviyede sağlandığı, savaşların, silahların, dolayısıyla orduların ve hatta bizzat devletlerin olmadığı bir yer olsaydı. Ama öyle değil. Dünyanın her yerinde savaşlar hüküm sürerken, 2 milyar insan günde 1 doların altında yaşarken, bir o kadarı içecek temiz su dahi bulamazken, en azından uluslararası hukuktan bahsetmek olanaksızdır. Ve üzerine basa basa söylüyorum bir ülkede asıl olan hukuk olmalıdır.

Son olarak, Şili'de yapılan seçimler sonucu solcu Alande'nin iktidara gelmesi üzerine yapılan kanlı darbeyi desteklediği iddiasına dönemin Amerikan dışişleri bakanı Kissenger "Bir halk komünizm istiyor diye yanıbaşımızda olanlara sessiz kalacak değildik herhalde" deme cüreti gösterebiliyorken ve uluslararası adalet divanında yargılanmazken, hukuktan bahsetmek olanaksızdır.

12 Mart 2009 Perşembe

"Ben sporcunun bana biat edenini severim. Ahlakı falan karıştırma" F.G.

İlk zamanlarında Okan ve Ümit Davala ile birlikte"keşke Beşiktaş'ta oynasa" dediğim adamdı Emre. Inter'e gittiğinde "helal olsun" demiştim, ne de olsa sırf içimde ki Milan nefreti yüzünden Zenga'lı kadrosu zamanından beri tuttuğum takıma gitmişti. Seneler içerisinde futbolunu ilerletemedi Emre, bu olabilirdi zira gerek bulunduğu ortamdan olsun gerekse yaşadıkları sakatlıklardan dolayı olsun bir çok geleceği parlak sanılan yıldız sönüp gitmişti futbol arenasından. Buna karşın Emre ne kadar kötü oynarsa(ki çoğu zaman sahada yoktu) oynasın bir yolunu bulup milli takımda ve üst düzey kulüp takımlarında kendine yer bulabildi. Bunda da eleştirilecek bir yan yoktu, kulüp takımının harcayacağı para kendi taraftarını ilgilendirirdi.
Ama Emre'nin futbolu küçüldükçe, çirkefiliği büyüdü. Önce İngiltere'de yaşanan ırkçılık iddiası ardından İsviçre maçında yaptıkları. Kendi gözlerimizle görmediğimizden hep bu olaylarda bir mazeret bulduk. Batı medyası, olayın kahramanı bir Türk olunca onun üzerine acımasızca gidiyordu, ne de olsa esas ırkçı onlardı ama her nedense bu ırkçı basın yıllardır oralarda top oynayan Nihat ve Tugay için tek kelime kötü satır yazı yazmamıştı.
Geçmişte yaşananların doğruluğunu, Emre'nin zamanında "ananızın ligi" diyerek dalga geçtiği Turkcell Super Ligi'ne dönmesiyle kanıtlandı. Önce İstanbul B.B. maçında Tjikuzu'ya ettiği küfürler ve adamı zorla dışarı attırması, sonrasında da Kayseri maçında rakibine yaptığı "boğaz kesme" hareketi(Maçta boyumun yarısında biri bana aynı hareketi yapsa, atılmak pahasına en az iki kaburgasını eline vermeye çalışırdım, günümüz futbolcuları eğitimsiz olabilir ama gerçekten kendilerinde peygamber sabrı var).
Emre'nin futbol serüvenin başlangıcından beri cemaatçi olduğu söylentileri mevcuttu. Ne de olsa Galatasaray'ın o zaman ki kadrosu ve "baş abisinin" dünya görüşü aşikardı. İsteyen istediği şeye inanmakta serbesttir, ama bir çelişki var ki gerçekten çözümlemek mümkün değil;
Kimdi Galatasaray'ın cemaatçi futbolcuları? Başta Hakan Şükür. Sonrasında Arif Erdem, Okan Buruk,Faqtih Akyel ve Hakan Ünsal(zaten takımda 6 yabancı vardı). Tüm dinler kul hakkı yemenin en büyük haramlardan biri olduğunu söyler ama şu yukarıda ki isimlere bakıldığında, Okan Buruk dışında saha içerisinde bu emre uygun davranışlar sergilerdiler mi hiç?
En başta Arif Erdem. Dünya'da ondan beter çirkef bir taklacı güvercin gördü mü yeşil sahalar? (Hakemlerin bunları onca defa yemesi ayrı bir araştırma konusu). Az mı kulaklarını çınladı Kadıköy ve Taksim semalarında. Ya Hakan Ünsal? Tamam pek numaracı olduğu söylenemezdi ama her türlü itiş kakış dalaşmanın içerisindeydi.Fatih Akyel'i bilen bilir... Bir şey yazmaya gerek yok.
Ve Hakan Şükür... Kimilerine göre Türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük golcüsü, bence over rated bir adam (elbette herkesin fikri ayrı olabilir). Futbol hayatı boyunca birlikte oynadığı forveti takımdan silmiş, takımda kendi gurubundan olmayanların geleceğini karatmış,trilyonlar kazanırken 2002 dünya kupasında milli takımda arkadaşlarını gazlayarak 3 kuruşluk Mercedes jeep için kazan kaldırmış, benzeri olayı bu sefer x5 için Fatih Terim'le yaşamış, kendisini milli takıma almadığı için Ersun Yanal aleyhine lobi yaparak onun en kritik anda kovulmasını sağlamış bir adam değil midir Hakan Şükür? http://www.youtube.com/watch?v=3to3SXjku8I&feature=related adresinden saha içerisinde de ne kadar ahlak abidesi biri olduğu da buradan anlaşılabilir. Sırf adını kullanarak benden alınan elektrik parasından yapılan kesintiyle kaynak sağlanan TRT'den 700 bin dolar alması ise ayrı bir olay.
İşte insana dokunan bu. Bir yandan insanların gözüne sokularak yapılan dincilik propagandası, diğer yandan da bu kisve altında bırakın islamı, dünyadaki hiç bir inanç sistemine uymayacak davranışları sergileyen insanlar. Tabi kendilerine sorsanız, bunlar esas amaca ulaşana kadar yapılabilecek şeyler, iki tövbe ettin mi günahlar nasıl olsa af olunur.

Yüksek Riskli Tren

Ulaştıramama Bakanımız Binali Yıldırım'ın büyük bir tevazu örneği gösterip, "sakın bunun adını yıldırım tren koymayın, sonra bakan kendi adını verdi derler" diyerek Yüksek Hızlı Tren olarak adlandırdığı tren en nihayetinde sefere çıkıyor.



Tren sefere çıkıyor çıkmasına ama, tam da şark işi olarak çıkıyor. TRT'de yapılan tanıtımda (tanıtım programı ayrı bir bombaydı, muhabir trenin bar kısmını tanıtırken "evet sevgili seyirciler yüksek hızlı tern yüksek süratte yol alırken dileyen yolcular trenin barında demli çaylarını yudumlayabilecekler" diyordu. Ulan trende çay mı olur! 50 lik birayı ya da 35lik rakıyı açmadan tren yüksek hızda gitse ne olur ben yüksek irtifaya çıkmadıktan sonra!) TCDD genel müdürü, trenin max. hızının 255 km olacağını ama yolun bazı kesimlerinde 90 km hızda seyredeceğini söyledi. Ama kendisi yüksek hızlı trenin neden bazı yerlerde düşük hızda seyredeceğinin nedenini açıklamadı.



Ben size açıklayayım. Tren bazı yerlerde 90km ile gidecek çünkü söz konusu yerlerde hemzemin geçitler var. Düşünebiliyor musunuz, milyar dolarlık yatırım yapıyorsunuz ve hemzemit geçitleri by-pass edecek bir çözüm bulamıyorsunuz. Fiyatı neredeyse yolcu uçakları kadar olan tren 90 la bile gitse, hemzemin geçitten bakmadan geçen bir araba, kamyon, at arabası vs ye çarptığında oluşacak hasar kimden tazmin edilecek? Cahil ama beş parasız gariban şoförlerden mi? Böyle riskli bir taşımacılığın sigorta bedelinin ne kadar yüksek olacağı kimsenin umurunda mı?


Aman benim ki de laf! Ne gerek var endişelenmeye, iki deve kesersin, lokomotifin burnuna nazar boncuğu asarsın, her seferden önce hoparlörden kaza duası yaptırırsın ve her ihtimale karşın diyanetten bir imamı vagonlarda görevlendirisin. Sonra da "ben tüm önlemleri aldım gerisi Allah'a kalmış" dedin mi iş tamamdır. Yüksek Hızlı Tren'in hayırlı olsun Türkiye!

11 Mart 2009 Çarşamba

Bari Derginin Adını da Biat ve İman Yapın da Rahat Edin

Hatırlıyor musunuz bundan bir ya da iki sene önce Başbakan TÜBİTAK'ın başına bir seferlik olmak üzere kararname çıkarıp renkli gözlü güzel bir bayanı atadığında, bunun bir aldatmaca olduğu, o kadının gençlik yıllarında kapalı olduğu, iktidarın asıl amacının TÜBİTAK'ı ele geçirerek yandaş üniversitelere para akıtmak olduğu defalarca yazılmıştı.

İddiaların gerçek olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştı, ama artık iş öyle bir noktaya geldi ki bir takım kesimlerin arpası fazla geldiğinden olacak, bu ülkenin yüz akı olmuş Bilim ve Teknik dergisinin içeriğine dahi karışır oldular. Sanırsınız ki Adnan Hoca derginin başına geçmiş.

Oysa olay öyle absürt ki, bir tarafta bilimin gösterdiği gerçekler sözkonusu, diğer tarafta ise hurafeler. Beyinleri Darwin'in en kaba haliyle iddia ettiği atalarımız maymunlar kadar dahi çalışmayan badem bıyıklı, al yanaklı, bodur amcalar dergi sansürleyerek insanlığa hizmet ettiklerini sanıyorlar.

Bu geri zekalıların bir de kendine olan özgüven ve kendileri gibi düşünmeyenleri aşağılarken sergiledikleri öylesine küstah tavırları vardır ki, insanı ilk başta bu çileden çıkarır. Farzı misal bunların içerisinde evrim teorisini mi savundunuz. İlk önce bir kahkaha patlatırlar. Sayı olarak fazla olmanın verdiği cesaretle - Şşşşhhh! Bağh o zaman yeeenim bayramda felan sen git hayvanat bahçesine maymun gafesinin önünde dur, bayramını gutla felan onun ne de olsa ahğraba felan oluyon senin mantığınnan deeeemi, derler. Çünkü onlara göre hepimiz Adem'in çocuklarıyız, kadınlarımız ise bilmemnenin kaburgasından türemiş varlıklardır.

Ama sorsan(ki askerde evrim teorisinin yalan olduğunu ispat edercesine sığırdan türemiş bir vatandaşa sordum) ulan madem bu ademle havva ilk insanlardı, bundan başka insan yoktu o zaman; ademle havva çocuk yaptıktan sonra, doğan bu çocuklar soyları nasıl devam etti? Ensestlik söz konusuysa neden onların çocukları gerizekalı doğmadı, haydi farzedelim çocukların zeka yönünden bir problemi yoktu, biz o zaman zamanında gerçekleşmiş sapık bir ilişkinin mi ürünleriyiz diye, tek verdikleri cevap - Bi kerem her kardeş kardeşle olunca çocuk gerizeğaalı olacağ diye bişey yoh! olmakta. Yani adamların algılayışında belki de dinin yanlış yorumlanmasının getirdiği olguyu sorgulamak yerine, akla yatkın olmayanı eğip bükerek bir forma oturtmak var.

Biz aynı zihniyetin, abdest suyunun alyuvarlara sağladığı fayda konulu nobellik çalışmalarını da görmüştük zamannında. Esasında bir yandan bunların sergiledikleri zihniyeti görebilmek de hoşuma gidiyor. Çünkü bu dünyada eninde sonunda aklın kazanacağı, cahilliğin ise yok olacağı 2+2 nin ondalık sistemde 4 etmesi kadar gerçek.

10 Mart 2009 Salı

9 Mart 2009 Pazartesi

Feel Like a HIYA-AAAAAR!

Sanırım THY'nin yolcusunu "star gibi hissettirme" hatta Kevin Costner sandırıp hosteslerle cilveleştirme cüretine dahi vardıran şekilde şımarttığı iddiası sadece reklamlarda gerçekleşen bir vak'a.

Perşembe gecesi bir iş seyahati için gittiğim Marmaris'ten, Dalaman-İstanbul seferiyle dönmeyi planlarken HAVAŞ servisinde yolcuların kulaktan kulağa "sefer iptal" dedikodularını pek kafaya takmadım. Ne de olsa cep telefonuma seferin iptali ile herhangi bir mesaj vs. gelmemişti, THY gibi "profesyonel" bir şirket bunu yolcularına mutlaka önceden bir şekilde haber verirdi. Bu arada şunu da belirtmem gerekir ki Marmaris- Dalaman arası HAVAŞ ile 1.5 saat sürmekte ve ücreti 25 TL.
Saat 18.30 da kalkan otobüse binip 21.00 uçağı için alana geldiğimde, otobüsteki konuşmaların dedikodudan öte olduğunu öğrendim. Nitekim güvenlik kontrolü için dedektöre yanaştığım sırada, güvenlik görevlileri uçuşun olumsuz hava şartları nedeniyle iptal olduğunu açıkladılar. Halbuki Marmaris'te şiddetli bir lodoss olmasına rağmen Dalaman'da yaprak kımıldamıyordu, ben kendi kendime "herhalde yükseklerde fırtına var" diye düşünürken, görevliler beni doğrularcasına, iptal sebebinin yüksek irtifada ki kötü hava koşulları olduğunu açıkladılar. İşin bu noktasına kadar benim açımdan herhangi bir sorun yoktu, zira insan canı her şeyin üstünde olduğu için Dalaman'da geceleyip sabah 9 uçağıyla İstanbul'a dönmekten başka bir çare yoktu. Öyle de yaptım, diğer yolcuların "o uçak buraya gelecek ve kalkacak!", "söyleyin bodrum uçağının kaptanına biz gelene kadar uçağı bekletsin!" gibi akla ve mantığa sığmayacak talepleri arasında kontuara geçip biletimi sabah 9 ile değiştirdim.
Buraya kadar her şey normaldi, ama bundan sonrasını anlattığımda thy nin neden insanlara star değil de hıyar muamelesi yaptığını daha iyi anlayacaksınız.
Saat 21.00 olmuştu, alandaki görevliler yolcular şu opsiyonu sundular; marmaris'e sizi geri götürebiliriz, ki bu mantıksızdı, çünkü 1.5 saatlik yolu geri dönüp sabah tekrar aynı yolu geri gelme işkencesini yaşamak saçmaydı.İkincisi ise saat 5.30 İzmir uçağı ile İstanbul'a gitmek isteyenleri İzmir'e götürme fikriydi. Dalaman'dan 4 saat yolculukla İzmir'e! Ne için? Dalaman'dan kalkacak 9 uçağından 3 saat önce İstanbul'da olmak için... İstanbul aktarmanız yoksa bu da çok saçmaydı.
Ben alanda yaşanan büyük tartışmanın ortasına girip, insanlara yüksek sesle avukat olduğumu; sefer iptaline yapacak bir şeyin olmadığını, isteyenlerin İzmir'e gitmesini ama Dalaman'da kalacak olanlar için THY nin gece otel ayarlamasını ve otel ücretinin ödenmesini, Marmaris'e dönüp sabah 9 uçağı ile İstanbul'a gidecek olanlara ise sabah HAVAŞ otobüsünün ücretsiz olarak karşılanmasını talep edeceğimi söyledim. 100 e yakın kişinin oluşturduğu kalabalık bir anda sakinleşti (işte o an kendimi star gibi hissettim:) Alan görevlisini karşıma aldım ve taleplerimi ilettim. Kendisi bana şu yanıtı verdi;
-Otel ayarlarız ama ücretini ödemeyiz,
-HAVAŞ'la Marmaris'e bedava götürürüz ama sabah ki otobüsün 25 TL lik ücretini ödemeyiz.
Ben yine sakinliğimi bozmadım ve görevliye kendisinin taleplerimizi karşılama yetkisine sahip olamayabileceğini ama İstanbul'da ki merkezden yetkili birisini aramasını ve bu yetkili de taleplerimizi kabul etmezse bunun bize yazılı ve altında talebi reddedenin unvanı ile imzasını belirten bir şekilde tarafımıza iletilmesini istedim(IATA kuralları gereği 24 saatten az bir zaman kala iptal edilen sefer için her bir yolcuya en az 250 EURO + masraflarının ödenmesi gerektiğini de hatırlatarak). Zaten esas olay burada koptu, görevli bana İstanbul'u arayamayağını söyledi. Ben de bunun üzerine çileden çıkarak şu şekilde adama çıkıştım;
"Bana bak burada bu kadar kişiyi sakinleştirdim, üstüne üstlük adam gibi taleplerde bulundum. Kalkmış bana artistlik yapıyorsun, ara İstanbul'u adamı hasta etme lan!(burada biraz bağırdım). Bu çıkışım üzerine görevli bir anda kıvırarak, "ama beyefendi bu saatte İstanbul'da kimse olmaz" dedi. Ben de bunun üzerine;
"Yapma yahu! Sizin uçaklar 9-17.00 mi sefer yapıyor? Hem Dalaman'da gece uçak düşse ilgililer açıklama yapmak için sabahı mı bekleyecek?" diye sordum. Görevli bana gayet sakin bir şekilde "beyefendi olasılıklar üzerine sizle tartışamam" dedi. Ben tam artık çıldırmak üzereydim ki, arkalardan gelen inceden "bir saniye beyefendi" sesiyle durdum. Badem bıyıklı, tıknaz orta yaşlı bir bey bana kendini tanıttı, kendisi Dalaman hava alanının istasyon şefiymiş. Bana gayet kibar bir tonda odasına gelmemi söyledi ve görevliden İstanbul'u aramasını istedi.
Malesef görevli haklıydı İstanbul'da bir allahın kulu yoktu. Yapacak bir şey yoktu, istasyon şefinden istediğim belgeyi kendisinin hazırlamasını talep ettim, kendisi de bunu kabul etti. Bunun üzerine aşağıda bekleyen yolcuların isimleri alındı ve herbiri adına tek bir belge düzenlemeye başladı. Ama o da ne! Zaten standart bir metin olan belgeyi hazırlayan koskoca istasyon müdürü, bilgisayarın klavyesindeki tuşlara sadece sol el işaret parmağıyla basıyordu. Bir ilkokul öğrencisinin maksimum 10 dakika da hazırlayabileceği belge 1 saat 15 dakika da hazırlandı(yanlış anlamayın sakın her bir yolcu için ayrı belge düzenlenmedi, tek belgeye tüm yolcuların isiimleri yazılıp ki alanda kalan 30-35 kişiydi, kişi sayısı kadar print out alındı).
Tüm bu işlemler yapılırken yaşanan iki olay ise THY'nin kimlere emanet edildiğinin acı bir göstergesiydi. Bizim şef klavye ile debelenirken, genç bir yolcu Singapur uçağını kaçırdığını söyledi. Bizim şef'in olaya getirdiği çözüm muhteşemdi, "Sevgili kardeşim o konuda bir şey yapamam ama seni BANGKOK'a götürebilirim" ulan sanki Harem yolcusunu Esenler'e bırakıyor!
Oğlan aldığı bu cevap karşısında devreleri yakıp boş gözlerle istasyon şefine bakarken içeri başka bir bey girdi. Adam kızıyla beraber luftansa seferiyle sabah 6 da İstanbul- Frankfurt, Frankfurt- Orlando uçuşu gerçekleştirecekti. Lufthansa'ya biletler için 4.000 tl ödemişti. Bizim şefin yanıt gene aynıydı, "sevgili kardeşim o konuda bir şey yapamam". Zamanında bir kaç Amerika seferini luftansayla gerçekleştirdiğimden, Frankfurttan kalkan Amerika uçaklarının öğleden sonra sefer yaptığı aklımda kalmıştı. Adamın yanına gidip kendisine, "beyefendi acaba sabah istanbul-frankfurt seferi yapan thy uçağına yer bulsak sizin için uygun olabilir mi? diye sordum" Adam elbette dedi. Hemen şefe dönüp bir baksak hemen dedim ve o inanılmaz cevabı aldım "benim bilgisayarda seferler görünmüyor" diyerek adam içinde thy nin tüm uçuşlarının yazılı olduğu kalın bir kitapcık uzattı.
-Nasıl yani? dedim - İnternetiniz yok mu?
-Vaaaaaaar, dedi istasyon şefi. Hiç münakaşaya girmeden - Bir saniye izin verin, diyerek bilgisayarın başına geçtim, thy nin web sayfasına girip sefer saatini öğrendim,
- Sabah 10 da 350 tl ye uçak var yerel saatte 12 de orada sizin orlando uçuşunuz 14 te. Tek sorun buradan istanbul'a yetişmeniz. Adam saatine baktı 21.30 du. Zaten araba kiralamıştım ve benden sefer iptali yüzünden para almadılar diyerek bana binlerce teşekkür ettikten sonra hemen istanbul'a yola çıktı( bu arada avis'in mantalitesiyle thy mantalitesini karşılaştırmanızı tavsiye ederim).
Adam kapıdan çıkarken istasyon şefi seferin açık kaldığı ekrana bakıyordu. Bana "vay anasını demek böyle de öğrenilebiliyormuş seferler" dedi. Bu noktadan sonra söyleyecek bir şeyim olamazdı. Sadece güldüm ve işlemlerin bitmesini bekledim. Uzun bir bekleyişten sonra belgelerimi alıp kapıdan çıkarken, kendisine şöyle dedim;
- Bakın beyefendi, siz çok iyi niyetli bir insansınız. Buradaki insanlara yardım etmek için çırpındınız, ama siz bu işe ehil değisiniz. Belki siz aldığınız eğitim sonucu camilerde çok iyi ezan okurdunuz, halka çok iyi vaaz verirdiniz, ama bu işi yapamazsınız. Bulunduğunuz makamı işgal etmenizin tek nedeni belirli bir kesimin adamı olmanız ve inanın başka bir kurumda olsanız bu beni rahatsız etmezdi, bugüne kadar tüm iktidarlar kendi kadrolarını bir yerlere yerleştirdi. Ama siz sıfır hatayla çalışması gereken, insanın emanet edildiği bir kurum için çok önemli bir hava alanının başındasınız ve daha thy nin internet sitesinden bi habersiniz. Siz böyleyken, sizin üstünüzde çalışan ve sizin gibi bu işe ehil olmayan insanların çok daha kritik pozisyonlarda görev aldıklarını tahmin etmek zor değil ve tüm bunları gözlerimle gördükten sonra zorunlu olmadıkça thy yi tercih etmem mümkün değil. Bugün bir uçak düşer "nazar değdi" dersiniz ama yarın bir başkası düşerse uluslararsı alanda itibarınız sıfırlanır ve bu ülkeye trilyonlara patlar. Teknisyen almadan son model uçak almakla, deve kesmekle, inşallahla maşallahla bu işler yürümez. Kurumunuz kar edeceğim diye mağdur ettiği yolcuları bağlı olduğu kurallara rağmen kazıklayarak konaklama giderlerin dahi karşılamayı redderken, hangi sıfatla ve yüzle dünya lideri olmaya oynuyorsunuz. Gidin biraz avrupalı şirketleri örnek alın da şu şark kafanızı biraz aydınlatın. Bir de Lufthansa yolcusunu ortada bıraktıktan sonra biz star alliance a üyeyiz diye boşa hava atmayın.(keşke "daha da binmem size" deseydim ama diyemedim)
Son olarak tüm bu olumsuzlular içerisinde İsmail Ateş ve Koray adlı çok iyi iki insanla tanışıp Dalaman Park otelin lokantasında şahane bir rakı muhabbeti çevirmek işin güzel tarafı oldu.