29 Eylül 2009 Salı

Moral Bozucu...

Ekosok olayından sonra bir şeyler yemek namına soluğu Sakarya'da(cadde) aldım. "Ucuz etin yahnisi pek olur" sözü bir kere daha vuku buldu. 3.90'ın üzerine 5.45'i double cheese'e bayıldım. Ama esas moralimi bozan bu değildi... Günde belki yüzbinlerin geçtiği caddede bir tane eli yüzü düzgün, bakın hatun demiyorum, insan yoktu. Bunun Sakarya'nın bir park caddesi ya da nişantaşı olmamasıyla alakası yok. Yani insanlar sosyo-ekonomik düzey olarak düşük olduğu için garabet değiller, genetik olarak facialar. Yoksa Amsterdam sokaklarında da jetset bulamazsın, ama iki tur atıp, kadınını erkeğini gördükten sonra, kendini bir nev'i Yıldız Tilbe-Quasimodo-Ajdar üçlküsünün kollektif faaliyetinden meydana gelmiş gibi hissedersin. Valla doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar ama gerçek bu... Erkeğimiz 3g leri (göt-göbek-gıl) kadınlarımız ise saksı çiçeği kıvamı boyları, düz geniş kalçaları ve bunları mükemmel tamamlayan basenleriyle genel estetik anlayışına darbe üstüne darbe vuruyor. Sanırım bunun nedeni halk arasında akraba evliliğinin yaygın olması. Bilim adamları bunun 4 nesilin genetik yapısını bozduğnu söylüyor. Ne diyelim...

ekosok

Hizmetinden memnun kalmadığım firmaları blogda yayınlamak adetim değildir. Ama enayi yerine konduğumu hissettiğimde de dayanamıyorum. Bilen bilir ekodoy kısa zamanda girdiği piyasada iyi sükse yaptı. 3.90'a içinde kola ve patatesin olduğu menülerle karnınızı doyurabiliyorsunuz. Benim gibi ne zaman parayı vuracağı belli olmayan bünyeler için dar zamanda iyi bir seçim ekodoy. Neyse bugün yine işler kesat olduğundan ekodoya gidip mantı menü istedim (iş seyahati yakın olduğundan balık ya da tavuk menüyle kendimi gereksiz riske sokmak istemedim). Her neyse mantı geldi, içinde et yok! "Çatala öyle denk geldi herhalde" dedim biraz daha kurcaladım ama yok bildiğin kaynamış hamur! Araştırmamı derinleştirdim her mantı tanesinin içini açtım "acaba ben mi etin tadını alamadım" diye ama yok! Kıyma namına en ufak bir iz yok.

Şimdi diyeceksiniz ki "ulan 3.90'a yemek yiyorsun, yumul işte". Tamam haklısınız, zaten fazla üstelemedim de. Yalnız firma sorumlusuna son derece kibar bir biçimde "Bu mantıda hiç et yok" dedim. O da aynı kibarlık ve büyük bir hayretle "Öyle mi! Çok özür dileriz beyefendi ben hemen bunu tedarikçiye bildireyim" dedi. Peki daha sonra ne oldu... Ben tam çıkarken içeri giren çiftlerden biri mantı menü istedi, benim şikayetimle yakından ilgilenen sorumlu, "elbette" diyerek siparişi aldı. Hayır madem bende bilmiyordun öğrendin ve üzüldün, en azından yeni gelen müşteriye kibar bir dille mantının bir boka benzemediğini söyleyemez miydin be adam. Peki ben ne yaptım? Bu sorumsuzluğun üzerine içeri hışımla geri döndüm, sorumluya "ulan götveren benden özür dilediğin malı millete niye satıyon a.q." dedikten sonra kafayı koydum. Ağzı burnu kan içinde kaldı. Sonra kasayı aldım, kıçına soktum. Artık bundan sonra 3.90 ı tam olarak talep edeceğini zannediyorum, ne de olsa para üstü vermek canını acıtacak.

Ne yapıcam, 3.dünya ülkesi tüketicisi olarak çıkıp gittim...

O neaaa!

Aleesha Dixon "Breathe"le ortalığı kasıp kavuruyor. Ok Aleesha we'll keep that on mind..

Yea... Sooo Fuckin' "United"!!!...






Baştan söyleyeyim. Ben Cengiz Çandar gibi "Obama seçildi, oh my god yes we can, peace man!" nidalarıyla salya sümük ağlayan sözde entel, gerçekte kıça sürülecek aklı, fikri, bilgi birikimi ve en önemlisi vizyonu olmayan adamlardan olmamak için özen gösteririm. Sonuçta bu dünyada ekonomi dinamikleri değişmediği sürece süper güçler dış politikalarını değiştirmezler, değiştirmeye çalışanı başkan yapmazlar, illa ki "başkan olacam" diyenin de üstü açık arabada beynini patlatırlar. Özetle Obama'nın başkan olması dünyada bir haltı değiştirmez (bakın bakalım seçim öncesi silah harcamalrını kısıcam derken şimdi yapabiliyor mu). Hatta iddia ediyorum (yarın olmaz ya) filistin asıllı müslüman bir arabın ABD başkanı olması da İsrail'in çıkarlarına halel getirmez.
Amerikan başkanı esas farkı iç politikada hissettirir. Burada gerçekten istediğini yapar. Zaten Obama'nın da ondan önceki başkanlardan farkı bu, adam gerçekten bir şeyler yapmaya çalışıyor. Sağlık reformu da bunların en başındaki hadise, filmin de koptuğu nokta. Şimdi diyeceksiniz Amerika'nın iç işleri, geldi seni mi gerdi. Hayır elbette, ama olay bir zihniyeti ortaya koyuyor.
Obama bu reformla ülkede herkesin zengin fakir ayrımı olmadan sağlık hizmeti almasına çalışıyor. Sonuçta bu benim başından beri savunduğum bir şey. O da her ülkenin vatandaşlarına gerekli eğitim, beslenme ve sağlık olanaklarını sağlaması. İnsanca yaşam için gerekli bu. Ama hali vakti yerinde Amerika'lılar bu reforma karşı, nedeni de doğal olarak esas fakir insanlar bu sistemden faydalancakları için bunun yükünü kendileri omuzlarına yükleneceğini biliyorlar. Tamam bu doğru ama primlerdeki yıllık bir kaç yüz dolarlık bir artışla hiç bir zenginin fakirleşmeyeceği açık. Ayrıca Amerika gibi ülkelerde sağlık yatırımlarının artması uzun vadede tedavi masraflarının(özellikle ilaç) düşüreceği için bu reform esasında toplumun geneline olumlu yansıyacak bir düzenleme.
Ama dediğim gibi kapitalizmin bencilleştirdiği insanlar bu reforma karşı. Elbette hepsinde hala biraz utanma olduğu için açık açık fakirlerin tedavi masrafları bizim cebimizden çıksın diyemiyorlar. Onun yerine "hükümet tedaviyi üstlenirse, hangi ilacı alacağıma da karışır, sonra ileride sağlığım bozulmasın diye ne yiyeceğim özgürlüğüme de" diye saçma sapan argüman üretiyorlar. halbuki aynı embesiller 1 milyon insanın telefonu Bush zamanı yasayla dinlenirken anayasal özgürlüklerinin katledilmesine ses çıkarmıyorlardı.
Daha da komik olan bu reform protesto edilirken, sosyalizmin bir öcü olarak gösterilmesi. Amerikan halkındaki bu sosyalizm korkusunun böylesine yerleştirmeyi başaranlara "helal olsun!!!" demek lazım. Sanırsın ki adamların annelerini sosyalist eşşekler kovalamış. Bu ölmek üzere olan ırkçı adamın, beni "zenci doktor tedavi etmesin" demesi gibi bir şey. Halbuki en iyi tedavinin sosyalist ülkelerde yapıldığı gün gibi ortada.Ayrıca bu embesillerin unuttuğu bir şey daha var o da, bugün acilde parası olmadığı için ücretsiz tedavi edilenlerin masraflarının zaten özel sağlık sigortası primlerinde kendilerine yansıdığı.
Aslında benim bir Amerikal'nın ne şekilde sağlık hizmeti aldığı umurumda değil. Bu arada sağlık konusunda(en azından ilaca ulaşma) ülkemizin gerçekten bir cennet olmasına şükretmeliyiz. Ama bu olay sıradan Amerikalı'nın zihniyetini ortaya koyması açısından, kendi ülkesinin vatandaşının sağlığı umurunda olmayan bir halkın, ülkesinin ortadoğuda döktüğü kanlara neden ses çıkarmadığını şimdi anladınız mı...

İ.melih gökçek- Hilmi Güler Görüşmesi


Google'da "İ.melih gökçek Hilmi Güler görüşme" yazdığınızda 1980 sonuç çıkıyor, ve bu sonuçların hiçbirinde büyük gazetelerin linki yok(sadece ulusal kanal, internet siteleri ve elbbette youtube var). Mesela sırf Melih Gökçek yazınca 751 bin, Hilmi Güler yazınca 336 bin, alakasız olacak ama Ajdar yazınca da 780 bin sonuç çıkmakta.


Bilmeyenler için olayı özetleyelim, İ.melih gökçek ile dönemin enerji bakanı Hilmi Güler arasında geçen konuşmada, Gökçek belediyenin doğal gaz borcunun silinmesini istiyor(seçimlerde bunu "mükemmel" kullancakmış, hay ben senin bir olayın niteliğini belirtme tanımını seveyim) bakan Güler'de karşılığında partili bir arkadaşlarının Mamak'taki benzin istasyonu ruhsatı için kolaylık sağlanmasını istiyor. O an büyük ihtimalle, "Allllaaaaaah 4 milyar dolar borcu tüm Türkiye'ye yıktım" diye içten içe sevinip, telefonu tutmadığı diğer elinin parmaklarını şıklatıp Şener Şen'in Davaro filminin düğün sahnesinde yaptığı dansa benzer figürler sergileyen İ.melih gökçek'te o coşku içerisinde "tabi bakanım, hallederiz" diyerek görüşmeyi bitiriyor.


İ.melih gökçek'in coşku seli yerini tarif edilemez bir dinginliğe bırakınca, yine büyük ihtimalle keyifle tellendirdiği sigara eşliğinde, belediye çalışanlarında birini arayıp "partili arkadaşın" ruhsat işini halletmesini emrediyor. Ama çalışanından beklemediği bir yanıt alıyor. Meğerse "partili arkadaş" sıradan bir vatandaş gibi daha önce aynı yer için ruhsat başvurusunda bulunmuş ve fakat bizzat büyükşehir belediyesince bu başvuru reddedilmiş(düzeltme de mümkün değil). Burada yine benim hayal gücüm devreye giriyor ve İ.melih gökçek "Namuslu" filminde Şener Şen'e tüm paralarını verdikten sonra onun gerçekten soyulduğunu öğrenen kayınço Erdal Özyağcılar gibi sıcak çayını kucağına döküyor. Ama İ.melih gökçek bu... hemen küçükken bolca yediği eti cinler sayesinde kendi deyimiyle olayın niteğini anlatması babında kullanıyorum "süp-per" bir çözüm icat ediyor ve reddedilen önceki ruhsat başvurusunu "sehven" reddedilmiş olmasını(yani yanlışlıkla) ve kararın bu şekilde düzeltilmesini emrediyor.


Şimdi burada açık-seçil-net olarak görevin kötüye kullanılması var. Tamam telefon görüşmesinin dayanağı yasal değil, ama AK olduğu iddiasında olan bir hükümetin içişleri bakanlığı konuyu müfettişlerine inceletir ve gereğini yapar. Sonuçta benzinlik belli kriterleri yerine getiremediği için ruhsat verilmediğinden(bu kararın düzeltilemez olduğunu hatırlatam), yeni verilen ruhsatın hangi kriterler göre verildiği araştırılır ve görevi kötüye kullanma varsa savcılar harekete geçer. Aslında AKP'nin bizi sokmak istediği iddiasında olduğu AB'de böyle bir konuşma yayınlansa daha o belediye başkanı ayağa kalkmadan koltuğuyla beraber koyarlar kapının önüne.


Elbette AKP'den bu tip bir hareket beklenemez, peki Hııncal Uluç tabiriyle, "Neredesin Eyyyyy basın?televizyonlar?, radyolar?" Bu kadar büyük bir skandal neredeyse üzerinden 2 ay geçecek olmasına rağmen tek satır haber yapılmadı. Benim bu konuda iki teorim var. Birincisi bu çok olağan bir haberdi, basın bunu haber yapmaya gerek görmedi. Halbuki İ.melih gökçeğin bir yolsuzluğu yok etmesi dinlemeye takılmış olsa kesin haber yapılırdı. Ne de olsa köpeğin insanı değil, insanın köpeği ısırması haber değeri taşır.


Diğeriyse medyada İ.melih gökçek ve şehzadeleri karşısında büyük bir kaba et korukusu mevcut ve bu nedenlle bu olay dillendirilmiyor. Sizce?


p.s. 1)Google da "insanın köpeği ısırması"nı aratınca 29.400 sonuç çıkıyor.
2)"İt iti ısırmaz" da ise 5660...

Buz Dağının Altında Kalanlar


Çok garip işler dönüyor. Cem Garipoğlu'nun teslim olmadığı aksine Suriye'de yakalandığı iddiaları bir çok kaynaktan doğrulanmakta. Her dediği çıkan Gaziantep'li gazeteci Cemil Baran'ın bu konuda "çok ama çok üst düzey birisi" tarafından aranıp yakalanma olayını yazmamasını istedinildiği sır değil (Aslında bu konuyu Fatih Altaylı'da yazmıştı).
Gariplik sırf bu noktada değil elbette, olayın anlı şanlı medya bölümü var. İ.melih gökçek ile dönemin enerji bakanı Hilmi Güler'in yaptığı ve alenen suç teşkil eden telefon konuşmasını yayınlamakta haber değeri görmeyen medya, elbette bu kadar ses getiren bir olayın üstünü örtemezdi. Yalnız yapılan haberlere dikkat çekmek lazım. Gerek yazılı gerek se görsel basın olsun, olay sadece Cem Garipoğlu'nun kaçmasına ve 197 gün saklanmasına yardım eden kişilerin kimler olabileceği üzerine dönüyor. Halbuki adli tıp raporunda sunulan gerçeklerin üzerine kimse haber yapmıyor.
Peki nedir bu gerçekler? Münevver Karabulut'un otopsi raporunda, vücuduna saplanan bıçakların birden çok kişi tarafından gerçekleştirildiği belirtiliyor. Buraya kadarı esasında haber yapıldı. Fakat artık herkesin deli gözüyle baktığı(ya da medyanın öyle göstermek istediği) Süreyya Karabulut'un "kızımı ayin yapıp öldürdüler" iddiası pek haber yapılmadı. Halbuki otopsi raporunda Münevver'in her iki eline de çivi çakıldığı da yazmakta.
Peki şimdi siz bu satırları okuyan biri olarak şunu sorabilirsiniz, cinayeti birden çok kişinin işlediği iddiası haber yapılmış işte gerisi önemli mi?
Bu sorunun cevabı konun başlığında gizli. Bu kız eğer ayinde öldürülmüşse, bu Cem Garipoğlu'nun aynı yaş gurubundan insanlarla yaptığı iddiasını kuvvetlendirir.Garipoğlu'nun ailesi ve sosyal standartları düşünüldüğünde bu çocuğun (esasında küçük demek daha doğru) bir çok tanınmış ailenin çoocuklarıyla arkadaşlık etme ihtimali az değil. Bu iddia Cem yakalandığından beri cinaye anında kimlerle beraber olduğunun medyada hiç irdelenmemesiyle kuvvetleniyor.
Çünkü bir teoriye göre cinayet anında orada bulunanlar arasında Cem'den çok daha ünlü ailelerin çocukları vardı ve ihale Cem Garipoğlu'na kaldı. Buna dayanakta evin arka kapısına bakan güvenlik kamerasının "bozulması". Esasında Münevver'in cesedi hemen değil de, bir kaç hafta sonra bulunsaydı büyük ihtimalle birileri olayı üstleneceği için Cem'de yakayı sıyıracaktı fakat işler ters gidip medyada büyük sansayon yaratınca (ki yaratmasının sebebi Süreyya Karabulutu'un aşçılığını yaptığı Patrik Barthelomeus'un bu olayın üstünün örtülmemesi için yaptığı çalışmadır) ihale Cem'e kaldı.
Cem kaçamadı ama ikinci plan devreye sokuldu. Bugüne kadar yaptığı işler belli olan aile birileriyle anlaştı ve yakalanan Cem, teslim olmuş oldu. Medya zavallı çocuğun sucuk-ekmek özlemi temalı haberler yapmaya başladı. Üstü kapalı bir biçimde Münevver'in, utanarak söylüyorum, "yollu" olduğu imajı çizilmeye başlandı. Teğmenle olan mesajlaşmaların haber yapılması bunun en büyük kanıtı. Bu sayede olay canavarca hisle adam öldürmekten, anlık öfke indirimine döndü. (arasında en az 10 yıl var bir de 17 yaş olunca 12 yıl ceza alıp 8 senede serbest kalması mümkün) Halbuki bir insanın evine kız arkadaşıyla birlikte girdikten sadece 30 dakika sonra testere alması, anlık öfkeyle olacak iş değildir.
Bu iddiaların doğruluğunu zaman gösterecek. Eğer adli tıp raporunda yazan "Münevver'in başı canlıyken kesildi" ibaresi dikkate alınırsa Cem ağırlaştırılmış müebbet alması gerekir (kemik yaşı testinde 18 den büüyük çıkarsa elbette) ama 12 sene alıp 27 sinde sokakta dolaşırsa, ortalık yıkılır.... dediğime bakmayın bu balık hafızalı millet bunu unutur.

İkisi birden zor...

Romanla ve diğer hobimle uğraşırken blogda yazmak zor oluyor. Zaten "tiraj" pek parlak değil. "Güneş Tutulması" bitene kadar ara ara yazmaktan başka çare yok...