29 Kasım 2008 Cumartesi

27 Kasım 2008 Perşembe

Sol ve din



CHP'nin türbanlı ve çarşaflı kesime yönelik açılımı büyük bir tartışma yarattı. Şahsi fikrim, önümüzdeki seçim CHP'nin oyu artsa dahi bunun türbanlı kesime açılan kucak nedeniyle olmayacağı yönünde. Bunun en büyük sebebi, muhafazakar kesimin CHP'den önce kendilerini ifade edebilecekleri dört partinin olması(AKP,MHP,DP,BBP) Bugün solun yükselişte olduğu, hatta zirve yaptığı latin amerika ülkelerine baktığımızda, solun kiliseyle olan ilişkilerini sıkı tuttuğunu görmek mümkün. Yalnız orada dinin algılanışının toplumun bütün katmanlarında neredeyse aynı olduğundan insanların hayatı üzerindeki etkilerinin, burada ki gibi çatışmaya yol açmadığını da unutmamak lazım. Dolayısıyla latin amerika'daki solun işi bizdeki sol partilerden daha kolay. Ülkemizde olayın bir de tarikat yönü var. Her ne kadar gerici, şeriatçı vs. olarak nitelendirilse nitelendirilsin, tarikatların toplum üzerindeki etkilerini tartışmak anlamsız. Hele ki günümüz yaşam koşullarında özellikle alt gelir gurupları için artık bir sosyalleşme aracı haline gelmişlerse. Bu gerçeği görmezden gelerek siyaset yapmakla bir sonuca ulaşılamayacağı açık. Öte yandan tanzimat fermanından beri yüzünü batı uygarlığına dönmüş ve bunu ağır aksak yapmaya çalışsa da halkı müslüman olan ülkeler arasında en çok başarabilmiş ülkemizin aynı yönde devam etmesini isteyen siyasetçilerinin, bu ilerlemeyi tarikatlara yönelik siyasetle gerçekleştirebilmesi gerçekten ustalık isteyen bir iş. Ama CHP'nin bunu fazla kafaya takmasına gerek yok, ne de olsa kendileri sol bir parti olmadığı için bıraksınlar bu siyasetin nasıl yürütüleceğini ÖDP, SHP, EMEP, Komünist Parti gibiler düşünsün.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Liderlik



Kim ne derse desin Osman Pamukoğlu, bu ülke için canı pahasına savaşmış kahramanlardan biridir. 90'lı yıllarda G.Doğu'da bulunmuş herhangi bir askerle konuşun, size Osman Pamukoğlu'nun nasıl bir efsane olduğunu anlatacaktır. Bu ülke kendisine ve onun yönetimindeki askerlere çok şey borçludur.

Osman Pamukoğlu, özellikle "kan uykusu" belgeseli sonrası artan popülerliğini, siyasette değerlendirme kararı aldı. Ülkedeki mevcut siyasi yapıdan memnun olmayan Pamukoğlu, Hak ve Eşitlik Partisini kurdu. Osman Pamukoğlu ile ilgili olumlu görüşlerimden sonra eleştirmek istediğim konular da bununla ilgili. Esasında mesele Pamukoğlu'nun parti kurması değil, mesele ülkedeki siyasetin yürütülme ve algılanış biçimi. Maalesef doğu toplumlarına özgü, fikirden ziyade lider portresinin öne çıktığı bir ülkede yaşadığımızdan, toplumda sivrilen isimler hemen yeni bir oluşumun önderliğine soyunuyorlar. Batı toplumlarında ise durum tam tersi, bir partinin lideri olabilmek için o oluşum içinde yıllarca çalışmak ve sorunlara karşı üretilen çözümler sırasında öne çıkmak gerekiyor, pop kültürü bazında bir popülerlik geçer akçe değil. Tony Blair İşçi Partisi başkanı olmadan önce dış dünyada tanınıyor muydu? Ya da gelecek seçimlerde Başbakan olmasına kesin gözle bakılan Muhafazakar Parti lideri David Cameroon'un adını "popülerlik" bağlamında kaç kişi biliyor? Bunu iki tane kadın programına çıkıp, oradan aldığı gazla parti kuran Yaşar Nuri hoca gibiler yapınca komik oluyor da, demin de dediğim gibi, ülkeye gerçekten kendini adamış kişiler yaptığında insan üzülüyor. Sakın yanlış anlaşılmasın itiraz ettiğim konu, Pamukoğlu gibilerin aktif siyasetten uzak durmaları değil, kendilerini bir kurtarıcı figür olarak topluma sunmaları. Pamukoğlu'nun parti başkanı olduktan sonra çıktığı tv programlarına bakın, üzerinde durduğu tek konu terörün sona erdirilmesi ve idam cezasının geri getirilmesi. Elbette bu biraz da ülkenin gündeminin bir numaralı maddesinin bu olması ve kendisine yöneltilen soruların bu eksende sorulması, ve yine kendisi bir şekilde başa geçerse terörle silahlı mücadele konusunda başaralı olabilir, ama Türkiye'nin tek sorunu terör müdür? Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, dış ilişkiler, diyanet vs... gibi konuları Pamukoğlu tek başına halledebilir mi? Bu gibi konuları hiç bir lider tek başına halledemez, onun için de bir ekip kurar, ama Pamukoğlu'na ve partisine baktığımız zaman tek gördüğümüz bir tek adam portresi. Benim düşüncem, Pamukoğlu gibi değerli isimlerin uzmanlıklarından, ülkede köklü siyasi partilerin içinde faydalanılması. Bu sayede uzmanlık alanında maksimum verim alınacağı gibi, uzmanlık dışı alanlardaki başarısızlığın önüne geçilir.Yunanistan'ın ünlü sanatçısı Theodorakis'in kültür bakanı, Colin Powell'ın dışişleri bakanı olması gibi, Osman Pamukoğlu'da kendine yakın bulduğu siyasi hareketin içerisinde yer alıp, o parti iktidara geldiğinde içişleri bakanı olabilir. Buna karşın Osman Pamukoğlu, "başka partilerde elimi kolumu bağlarlar o yüzden parti kuruyorum" diyorsa, o zaman zaten iş işten geçmiştir, zira bu durumda kendi eli kolu da o farketmese de bağlı olacaktır.

25 Kasım 2008 Salı

Ralph Nader

" Amerika'daki aklıbaşında insan sayısı onun aldığı oy kadardır" der bazıları Nader için. Siyasetçi olarak çok farklı bir profil çizmektedir. Hiçbir başkan adayının söylemeye cesaret edemediği şeyleri söyler. Büyük şirketlerin bağışlarını kabul etmez, dahası tüketiciler lehine bir çok dava kazanmıştır.İsrail-Filistin sorununda, Filistinliler'in haklarını, mantık sınırları çerçevesinde, radikallikten uzak bir biçimde savunur(demek istediğim yahudi düşmanı değildir). Buna karşın, zamanında(92 ve 96 seçimleri) Ross Perot denilen Texas'lı çılgın başkan adayını dahi seçim münazaralarına, Cumhuriyetçi ve Demokrat adaylarla birlikte çağıran tv kuruluşları sözkonusu Nader olunca ona sıkı bir sansür uygulamışlardır, öyle ki buna isyan eden Nader, canlı yayın sırasında münazarının yapıldığı salona girmeye çalışmış, kendisini içeri almayan görevlilerle tartışınca zorla dışarı çıkartılmıştı. 2000 yılında kendisine""başkan olursanız ilk ne yapacaksınız?" diye sorulduğunda, yanıtı "ilk olarak yolcu uçaklarındaki koltuk aralıklarının genişletilmesini sağlayacağım. Biliyorum bu varolan diğer sorunların yanında önemsiz gibi gözükebilir ama aynı zamanda çözülmesi de en kolay sorunlardan biri. Boy ortalaması erkeklerde 1,80 kadınlarda ise 1,65'in üzerinde olan bir toplumda ticari taşımacılık yapan şirketlerin tüketicilerin anatomik yapılarına uygun hizmet vermesi gerekir" olmuştu. Böyle laflar eden adamı elbette münazaralara çıkarmazlar, milyarlarca dolarlık şirketlerin kahvaltı menüsünden bir adet zeytin eksilterek 40 bin dolarlık maliyet düşürmekle övündüğü ekonomiden bahsediyoruz. Yine de tüm kısıtlamalara karşın; dürüstlüğü, mütevaziliği, inandığı doğruları cesurca savunabilmesi sonucu, 2000 yılında ülkede hatırı sayılır bir popülarite kazanan Nader, Yeşiller Partisi adayı olarak girdiği seçimlerde oyların %2.74ünü alma başarısını göstermişti, ama bu Cumhuriyetçilere (George W.Bush) seçimi kazandırmıştı, çünkü Nader'a oy verenlerin çoğunuğu demokrat seçmenlerdi.Nietzche'nin söylediği rivayet edilen, pragmatizmin sloganı "cehenneme giden yol iyiniyet taşlarıyla döşelidir" sözü bazen ne kadar acı bir şekilde çıkıyor insanın karşısına...

hayal gücü

23.10.2008 tarihli zaman gazetesi'nde ergenekon davasının temsili resmi. Veli Küçüğü, Muzaffer Tekin'i falan anladık da, en sağdaki kişiyi bir türlü çıkaramadık. Acaba zaman gazetesi çizeri, örgüt lideri olarak tasvir edilen sarışın, mavi gözlü kişiyi kendi ve çalıştığı kurumun hayal gücüne göre mi resmetti? Nedir bu omurgasızlık ve korkaklık! Neden çıkıp cesurca söyleyemiyorsunuz inandıklarınızı? Zavallılığın tanımı bu olsa gerek...

zaman zaman


Milli Takım'ı 'laikçi golcü' kurtarır! Tamer KORKMAZ, Zaman yazarı
"Laikçi"lerin endişesi, İhsan DAĞI, Zaman yazarı
Yaratılış müzesi açıldı, "Darwinci"ler endişeli, Zaman başlığı
"Solcu"lar artık büyüseniz iyi olacak, Turan ALKAN, Zaman yazarı
Üniversitelerarası Kurul'u (ÜAK) olağanüstü toplayan "yasakçı" rektörler... Zaman haberi
Ve en meşhuru; "laik, ateist, agnostik, aczmendi müsveddeleri" Ali BULAÇ, Zaman Gazetesi yazarı (metallica konserine giden insanları tanımlarken)
Google'a göre zaman gazetesi internet sitesinde 663 kez laikçi kelimesi kullanılmış.

Kurtar Duruşu


Bursaspor Teknik Direktörü Güvenç Kurtar, 0-0 biten Beşiktaş maçında rakiplerine, ''Kurtar duruşu'' yaptıklarını belirterek, ''Bu dünyada hiçbir takımın uygulamadığı bir taktik. Beşiktaş bu yüzden fazla üzerimize gelemedi" dedi
Kurtar, düzenlediği basın toplantısında, maçın ardından özellikle ulusal basında, ''Tello ve Delgado kötüydü'' yönünde çıkan haberlere içerlediğini, kimsenin konuya Bursaspor'un orta alanda iyi oynadığına dair bakmadığını söyledi. Beşiktaş'ın ilk yarıda etkili görünmesine karşın maç boyunca net bir gol pozisyonunun bulunmadığını dile getiren Kurtar, ''Aksine bizim daha tehlikeli pozisyonlarımız vardı. Medya, olaya Beşiktaş penceresinden baktı. Delgado ve Tello'nun kötülüğünden bahsediliyor. Demek ki bizim orta sahamız iyi iş yapmış. Yusuf'u forvete verdik, Melo'yu orta sahaya çektik. Bu sayede Beşiktaş'ın orta kısmını kilitledik'' diye konuştu. ''Beşiktaş'a karşı 'Kurtar Duruşu' yaptık. Bu dünyada hiçbir takımın uygulamadığı bir taktik'' diyen Kurtar, şöyle devam etti: ''Duran toplarla bir şeyler yapmaya çalıştılar, kontrataklarla gelmeye çalıştılar. Biz de bunlara karşı önlemlerimizi almıştık. 'Kurtar duruşu' yapıyoruz biz, daha önce söylemiştim. Dünyada hiçbir takımın yapmadığı taktik. Bu yüzden fazla üzerimize gelemediler. Önemli olan gol yememek.
Kurtar bu sözleri söyledikten sonra takımıyla çıktığı ilk maçta 4 gol yedi. Gollerin ikisi duran toplardan geldi.
(teşekkürler Uygar)

24 Kasım 2008 Pazartesi

What if...


Hiç halam olmadığı için, onun bazı transplantasyonlar neticesinde yine olmayan amcama dönüşme ihtimalini pek kafama takmadım. Yine de bazen düşünüyorum, ya 2000 yılında ki başkanlık seçimlerini Demokrat aday Al Gore kazansaydı, bugün dünya nasıl olurdu? Bunu en son birkaç hafta önce eski başkan Clinton'un yaptığı bir söyleşide küresel ekonomik kriz için söyledikleri sırasında düşündüm.
Clinton eğer 2000 yılındaki seçimlerde Gore başkan seçilseydi, dünyada o dönem oluşan likidite fazlasının bugünkü gibi, dev şirketlerin açgözlü CEO'larının emrine değil, yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesine ayrılacağını, dolayısıyla bugün insanların güneş, rüzgar gibi doğal kaynaklardan daha fazla faydalanabileceğini, bu sayede hem krizin etkisinin daha az olacağını hem de dünyanın daha yaşanabilir bir yer olacağını söylemişti.
Clinton yalan söylemiyordu, Gore çevre konusunda gelmiş geçmiş en hassas liderlerden biriydi. Bir an için düşünüyorum, Florida'da kumpas yapılmamış ve Gore başkan seçilmiş olsaydı...Belki şu an üzerinde güneş panelleri takılı olan arabam bir depo benzinle 5000 km yapabilecekti.Ama kafama takılan bir soru var, o da yukarı resimde Gore'un arkasındaki sarı saçlı, yaşlı adam. Senatör Joe Lieberman. 2000 seçimlerinde Gore'un başkan yardımcısı adayıydı. Halk tarafından yeterince muhafazakar olarak algılanmayan Gore'un, bunu dengelemek için yaptığı hamleydi Liberman'ın başkan yardımcısı adaylığı. Ama kantarın topuzu kaçmıştı, seçimlerden sonra Senatör Liberman, Bush'a Irak savaşı için açık destek verdi, dahası son seçimlerde oyunu bir demokrat olarak Obama yerine, Cumhuriyetçi McCain'den yana kullanacağını belirtti.
İşte kafama takılan soru bu. 2000'de Gore başkan olsaydı, Liberman başkan yardımcısı olacaktı. Kendisi ancak başkan istifa ederse ya da ölmesi durumunda başkan olabilecekti. Gore'un Irak'a girmeye niyeti olmadığını herkes biliyordu. Acaba diyorum, Gore seçimi kaybettiği için sevinmeli miydi? Öyle ya ille Irak'a girilecekse bu ancak Liberman'ın başkan olabilmesiyle mümkün olacaktı.

Sorun...


Meseleyi tanımlamak dahi sizi bir kampa sokuyor. Ülkede yaşananları "Güneydoğu sorunu" olarak adlandıranlar; milliyetçi, faşist,ulusalcı, statükocu, "Kürt sorunu" olarak nitelendirenler; ise liberal, demokrat, vatan haini olarak fişlenmenize yetiyor. Sanırım biz bu sorunu daha ele alırken ilk yanlışı yapıyoruz, en önemli şeyi unutuyoruz. Daha önce "Nailin Pailin ve Türk Demokrasisi" yazımda belirttim demokrasi kültürümüz yok. Ama burada konu biraz farklı.
Bir ülkenin dünya üzerinde söz sahibi olması, için iki şeye ihtiyacı vardır. Üretim ve enerjiye dönüştürülebilen doğal kaynaklar. Bu ülke üretmiyor, toprağındaki doğal kaynaklar ise yeterince verimli kullanılamıyor.
Olması gerekeni değil, olacak olanı söylüyorum. ABD, AB, Rusya,İran ve Çin'in çıkarlarını ilgilendiren bir sorunu üretmeyen, dolayısıyla ekonomik güce sahip olmayan bir ülke, kürtlerin ihtiyaçlarına yönelik atılımları, milli sınırlar ve üniter devlet ilkesinden ödün vermeden gerçekleştiremez. Eğer AB nin bizden istediği istenen açılımlar gerçekleştirilirse, sonuç er ya da bağımsız bir kürt devleti olacaktır. Çünkü plan önceden yapılmıştır ve bu ülke kendi kendini baltalayarak, yani üretmeyerek ekonomik olarak gelmesi gerekn noktadan çok uzaktadır.
Öte yandan süregelen politikalarla da terörün her geçen gün daha çok cana mal olacağı açıktır. Bu meselede ülkeyi bu hale getiren herkesin sorumluluğu vardır.
Devlet hala güneydoğudaki bir çok noktada halka "ben burdayım" diyememektedir, daha sonra karakol baskınlarında emekli generaller çıkıp, sade vatandaşı suçlamaktadır "baskını biliyordunuz niye ihbar etmediniz diye", PKK nın kucağına atılan insan, can güvenliği sağlanamıyorsa nasıl ihbar etsin olacakları?
Bir sözüm de DTP'ye! Daha ne istediğinizi bilmiyorsunuz, temsil ettğinizi iddia ettiğiniz insanlar feodal düzenin esiri olmuş, kadının zaten adı yok. Tüm bunlar ülkenin yeterince demokratik olmamasından mı? Sakın fakirlik falan demeyin. Ülkenin başka hangi yerinde vatandaşın kaçak elektrik kullanmasına göz yumuluyor, kızlarını okula gönderen ailelere 150 milyon yardım yapılıyor? Tüm sivil toplum kuruluşları topladıkları yardımları bölgeye akıtıyor. Şunu asla unutmayın, evet demokratik her devlette muhalefet olacaktır, ve evet insanlar etnik kökenlerinin kendilerini miras bıraktığı gelenekleri özgürce yaşayabilmeli ve sonra ki kuşaklara aktarabilmelidir, yalnız hiç bir devlet kendisi ve halkı için hayati sayılabilecek stratejik unsurlara aykırı muhalefete izin vermez. Politik doğruculuğu bırakalım, gerçekler ortada, geçmişe bakın,Amerika'da Kennedy'leri, Almanya'da Baader-Meinhof'u, İsveç'te Olaf Palme'yi, Avusturya'da Jörg Hayder'i unutmayın. Bu ülke, bazı konularda, dışarıya göstermek istediğinizden çok daha demokratik.

Gökçek'ten George W. taktikleri

Ankaralı'nın cinsel hayatı ile ilgili pek çok projesi olan ancak maalesef karşılaştığı engeller dolayısıyla bunları hayata geçiremeyen(bknız bent deresi genelevinin kapatılması) İ.Melih Gökçek seçimlere az bir zaman kala eşcinsel evliliğe kafayı takmış vaziyette. Ülkemizde zaten mümkün olmayan eşcinsel evliliği "rezalet" olarak niteleyen Gökçek konuşmasında, CHP'nin eşcinsel evliliğe bakışının dinsel özgürlüklere olan bakışı kadar sert olmadığını ima etmekte. Halkın hassas olduğu konular üzerinde populizm yapmaya devam eden Gökçek, Karayalçın'ı yine PKK ile ilişkilendirmekte (PKK ile kendisine buradan verdiğim cevap halen geçerlidir). Gökçeğin bu ucuz taktikleri bana 2004 yılında ki Amerikan başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin halka oynadıkları ucuz oyunu hatırlattı. Seçimlerin son haftasında demokrat aday Kerry'nin Bush'la başabaş gittiğini gören Cumhuriyetçiler, özellikle muhafazakar eyaletlerde, Bush tekrar başkan seçilirse eşcinsel evliliği kesinlikle onaylamayacağını söylediler. İşin komik yanı Amerika'da eşcinsel evlilik zaten yasal değil, sadece San Francisco gibi bazı şehirlerde, belediye başkanının eyalet yasasındaki boşulukları kullanarak verdiği izinle serbest.Dahası Kerry'nin de eşcinsel evliliklerin yasal hale gelmesi ile ilgili bir vaadi yoktu. Buna rağmen Cumhuriyetçiler, muhafazakar eyaletlerdeki "Johnny Sixpack"'leri eşcinsel evlilik oyunuyla kendilerine çekerek seçimi kazanmayı başarmışlardı. Umarım, Ankara'nın muhafazakar kesimi Gökçeğ'in PKK ve eşcinsellik oyununu yutmaz. Çünkü ne PKK Ankara'yı ele geçirebilir, ne de eşcinsel evlilik, ama arsenikli su kanser yapar.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Altyapıdan takibin önemi


Ann Hathaway... Hollywood'un son yıllardaki en parlak yıldızlarından. Kendisi benim için ayrı bir gurur vesilesi, nedeni de onu daha ilk televizyon deneyiminde keşfetmiş olmam. "Get Real"da henüz 17 yaşındayken, onu gördüğüm ilk sahnede "bu kız yıldız olur" demiştim. Saolsun mahcup etmedi. Aslında Ann Hathaway ilk keşfim değil, daha önce de Jessica Alba'yı keşfetmiştim. 14 yaşındaydı ve "Flipper"da oynuyordu. Ha "bu kızları buldun da bir faydasını gördün mü?" diye sorarsınız, cevabım tabi ki hayır. Başlık havada kaldı, ama olsun ben keşfettim ya... Hep maddi düşünmeyelim, maneviyat da önemli.

Soul Stuff


Türkiye'nin en iyi canlı müzik grubudur benim için. Hatta bazı parçaları orjinalinden daha iyi yorumlarlar(if i aint got you, mustang saly, namus belası ve hatta güllerin içinden) Dinlerken hayat daha bir güzel gelir insana. Hayal Kahvesine gitme zamanı gelmiş anlaşılan...

İşime dokunma tamam da...


Öyle olaylar oluyor ki, itiraz ettiğiniz zaman "geri kafalı-komunist" yaftası üzerinize yapışıyor. Ama isyan etmemek elde değil. Öncelikle şunu belirteyim, eğer dünyada ekonomik sistem kapitalizm olarak belirlenmişse, beğenseniz de beğenmeseniz de onun kuralları çerçevesinde hareket etmek zorundasınız. Birileri elbette kazanacak ve bu sistemin sonucu olarak birileri kaybedecek, önemli olan bu değil. Önemli olan devletin her bir vatandaşına eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetleri eksiksiz sunabilmesi. Ne olursa olsun bu ülkenin insanının karnı tok olmalı.
Malum kriz herkesi vurmayı başladı. İşten çıkarmalar başladı, ve bu ortamda "Genious" Mehmet Ali Birand yönetimindeki Kanal D haber "İşime dokunma" kampanyası başlattı. Eminim görmüşsünüzdür, kampanya iki koldan yürütülüyor. Bir yandan insanlar maillarla kriz için formüller sunuyorlar. Kanal D haber burada popülizmin dibine vuruyor, en çok bakanların makam araçlarının eleştirildiği mesajlar yayınlanıyor, hatta bir mailda bakanların işe bisikletle gidip gelmesi öneriliyordu( yumurtaya can veren allahım...), Mehmet Ali Birand hükümet açısından krizi "çözdükten" sonra, sıra işverene geliyor, Birand'ın patrona mesajı net "işçi çıkarmayın"! Ama kampanyada esas vurgulanan mesaj bundan sonra geliyor, peki kime? Tabi ki işçiye. "Zam falan istemeyin" gerekirse kriz boyunca daha az maaşa çalışın. Şu daha az maaşa çalışma olayına hep kafam takılmıştır, evet bu Avrupa ve Amerika'da da kriz zamanı uygulanmaktadır ve elbette işçi işini kaybetmemek için fedakarlıkta bulunmalıdır da, neden Avrupa ve Amerika'nın aksine ülkemizde patronlar ekonominin iyi gittiği zamanlar işçilerine şöyle okkalı zamlar yapmazlar ya da ekstra prim vermezlerde sadece enflasyon oranında ücrete zam yaparlar? İşveren risk alandır, elbette kardan aslan payını kendi alacaktır, ama krizde işçisinden fedakarlık bekliyorsa, refahta da hakkını vermelidir.

Allah ne verdiyse Türkiye!


4 kişilik bir aile düşünün. Bu ailenin evine giren aylık para 1000 YTL olsun, buna karşın aylık harcaması da 1250 YTL olsun. Son derece doğal olarak bu ailenin bir süre sonra borç batağı içine gireceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Elbette bu durumda anne ve baba masrafları azaltmak için bir takım önlemler alacaktır. Dışarı daha az çıkılacak, baba at yarışını bırakacak, anne artık eve temizlikçi almayacak, çocuklara belki daha az harçlık verilecek, marketlerdeki indirim günleri takip edilecek, üst baş outlet centerlardan alınacak vs. Peki sizce borç batağındaki baba, karısına "hanım bu gece seksi birşeyler giy, üçüncüyü yola koyuyoruz" der mi? Bir an için öyle olduğunu düşünelim, hatta dört, beş, altı olsun... Bu durumda ne olur? Altı çocuğun masraflarını çıkarmak için aile onları okutmak yerine para kazanmaları için küçük yaşta çalışmaya zorlar, çocuklar yaşları küçük olduğu ve çocuk işçi çalıştırmak yasak olduğu için mendil satar. Ama diyelim ki hükümet bir yasa çıkardı. Çocuk işçiliğin önünü işverenin vereceği cüzi bir miktar parayla(ceza) açtı, o zaman ne olur? O çocuklar mendil satmak yerine tamirhanelerde çalışır (hem de iş öğrenir değil mi efendim?) Her ailenin bu yola başvurduğunu düşünelim. Allah ne verdiyse "çalıştılar" ve paraya ihtiyacı olan milyonlar iş için işverenlerin kapısına yığıldı. İşveren, aç insanları istediği ücrete çalıştırabileceğinin farkında ama yasalar ellerini kollarını bağlıyor. O zaman bastırıyor hükümete, "Kardeşim ben istihdam yaratıyorum, ama masraflarım çok. Asgari ücretin tabanın düşürün, bir de şu kıdem tazminatı neden var? Herifleri hem besliyoruz, sonra da kıçına tekmeyi basarken para ödüyoruz. İnsaf!" Hükümet zaten yetişemiyor o kadar insana eğitim, sağlık vs. hizmeti götürmeye, ayrıca biliyor aç insan herşeye razı olur, "Hay hay" diyor işverene ve lehine yasalar bir bir geçiyor cılız muhalefet sesleri arasında meclisten. Sonra tüm yabancı yatırımcılar ülkeye akın ediyor, neden çünkü 150 milyoluk ülke bir anda "ucuz iş gücü cenneti" haline gelmiş.
Sen daha bu nüfusa adam gibi eğitim, sağlık hizmeti veremiyorsun, sonra kalkmış en az 3 çocuk diyorsun, gemicik ve ülker bayi sahibi mi olacak her yeni doğan sanıyorsun?
(çocuk işçilik yasası çıktı, kıdem tazminatını kırpma yasası mecliste, bir kaç seneye asgari ücreti de görürüz)

Doğalgaz zammı

Son bir yılda doğalgaza yapılan zam %80 i geçti. Elektrikteki artış da buna yakın.Peki bunun sebebi sadece dış etkenler mi, ya da İ.Melih Gökçeğin Botaş'a olan borcu mu? Gökçeğe olan en "kalbi" duygularımı aşağıda yazdım, gerçekten isterdim ki bu borç onun yüzünden olsun ki, seçimde ona oy kaybettirsin, ama malesef zammın nedeni bunlar değil. Zammın nedeni, artık ülkenin dış borçlarının faizini dahi ödeyememesi. Osmanlı tarihine bakın, borç ödenmediğinde toprak kaybedilmiştir. Doğal gaz zammı en azından borçların faizinin ödenmesi için gerekliydi, katlanmak şart, ama nereye kadar? Dahası ekonomi iyiye gidiyor yalan ve yüzsüzlüğü nereye kadar?
Viva la Eva!

Night Train

Birgün benim olacaksın...

Hypocrisy

"We will bring democracy to the people of Iraq" George W. Bush
"i don't see why we need to stand by and watch a country go communist due to the irresponsibility of its people. The issues are much too important for the Chilean voters to be left to decide for themselves." Henry Kissenger, Şili'de demokratik seçimle iktidara gelen Salvador Alende'nin, Augusto Pinochet darbesi sonucu öldürülmesinin ardından söyledikleri.

"Hayır" kurumu

"We are not a charitable organization!" Henry Kissenger'ın 1. Körfez savaşı sırasında, Amerika'nın Saddam'a karşı kışkırttığı Kürtler'e verdiği cevap. (İsyan çıkaran Kürtler bu cevabı, Saddam onlara karşılık olarak hardal gazı atması üzerine Amerika'dan yardım istediğinde almıştı)

21 Kasım 2008 Cuma

YOKUM!


Tamam elbette devlet şans oyunlarından para kazanacak ama İddaa'da yapılan insaf sınırlarını çoktan aştı. Öncelikle oyunu oynatan kurum özel teşebbüs, dolayısıyla oyunu oynatanın da bir riske girme gerekliliği olmalı. Elbette bu risk kağıt üzerinde mevcut ancak en az 3 maç oynama saçmalığı ve oranların düşüklüğü bu riski ortadan kaldırıyor, misal, yarın ki Köln-Hoffenheim maçında, Hoffenheim galibiyetine verilen oran iddaa da 1,90 ken sportingbette 2,25. Elbette İddaa yöneticilerinin mazereti hazır, o da devlete ödedenen payın yüksekliği. İyi de yurtdışındaki bahis kuruluşları vergi ödemiyor mu? Tabi ki ödüyor, dolayısıyla bu geçerli bir argüman değil. Zaten 3 maç kuralı konarak, bahisçinin şansı iyice azalmakta.
Bir diğer husus, bu işin tekel olarak yürütülmesi. Özel teşebbüsün tekel olmasına neden izin veriliyor? Neden başka şirketlerin piyasaya girmesi engelleniyor? Rekabet ortamında devletin kasasına giren para artmaz mı? Son olarak devlet neden internet üzerinden oynanan şans oyunlarına yasak getirdi, ülkenin parası dışarı kaçmasın diye. Peki o zaman neden İddaa'nın %51 i yabancıların?
Ne kadar kumar olarak adlandırılsa da, bu tip oyunlar ihtiyaçtan ortaya çıkıyor ve risk alan tüketicinin yani vatandaşın haklarını koruyacak önlemler alınmalı. İşe, tek maça bahis hakkı verilerek başlanabilir.

NUTS!

Tüm "şokella" sınıfı içerisinde nutellanın yeri herkes için ayrıdır. Sevmeyenini bugüne dek görmedim. Şu anda 350 gramlık kavanozun satış fiyatı 5YTL civarında. Bilindiği üzere bu tip ürünlerin olmazsa olmaz malzemesi fındık (ambalajda dahi vurgulanır). 350 gramlık Nutellanın %13 ü fındık içermekte bu da 44 grama tekabül ediyor. Dünya fındığının %75 i Türkiye'de üretilmekte, buna karşın bu ürünün asıl değerli haline gelmesi için gerekli işleme tesisi ülkemizde mevcut değil. Bunun üzerine bir de tüy diker gibi hükümet fındık üreticisine öngördüğü fiyat kiloda 4YTL. Devlet aldığı fındığı ham vaziyette yurt dışına ihraç ediyor.(zaten fındık borsası Hamburg'da) Basit bir hesapla içinde 120 gram işlenmiş fındığın bulunduğu nutella 15 YTL ise Nutella üreticisinin 1 kilo işlenmiş fındığa ödediği fiyat 30-40 YTL civarında. Fark bu kadar barizken, hükümet politikaları üreticiyi fındık ağaçlarını sökerek sahibi olduğu arsaları inşaata açmaya zorluyor. Biz de bunlar olurken, Portekizde çiftçi hükümet desteğiyle fındık ağacı aşılıyor. Hadi hükümet olarak yeni KİTler istemiyorsun, peki sana en yakın gruplardan olan çikolata devi Ülker'i neden zorlamıyorsun bir fındık işleme tesisi kurmaları için? Adamlar Godiva'yı alabiliyorlar, işleme tesisi mi kuramayacaklar? Sanırım fındığı sadece "aganigi naganigi" olarak algılayan zihniyetten çok şey bekliyorum...

20 Kasım 2008 Perşembe

Pleasantville

Az bilinen ama oyuncu kadrosu ve beklenmedik şekilde gelişen senaryosuyla çok güzel bir filmdir. DVD sini bulursanız kaçırmayın.

Son Samuraylar


Savunmasız bir aileye samuray kılıcıyla saldıran Ahmet ve Osman Gökçek mahkemeden çıkarken...

Kurtlar Vadisi Pussy

Kadiri tarikatının hükümete yanaşmasıyla, vadide esen rüzgar bir anda tersine döndü. Pana Film Kurtlar vadisi Irak'ta yerden yere vurduğu AKP'yi, yere göğe sığdıramıyor. Elbette bunu açık açık söylemiyorlar, ama, filmde verilen mesajlar net. İskender Büyük Ergenokon lideri, beyin takımında "hocam" dediği kişi Kemal Alemdaroğlu, "kumandan" ise Şener Eruygur. Geçen hafta ki bölümde öldürülen orgeneralle, rahmetli Eşref Bitlis'e de atıf yapılmış oldu. İlk yayınlandığı zamanlarda, karanlıkta kalan olaylar ve cinayetleri Soner Yalçın eşliğinde yorumlayan vadi, o zaman ki referansını kullanarak, henüz dava aşamasında olayları halka manipüle ederek anlatıyor. Maksat belli. Yemek isteyene afiyet olsun ama bizim bu yalanlara karnımız tok.
(yaşanmış bir olaydır) Can you make doggy st... I mean bag! Definetelly doggy bag!

Ayrımcılıktan en çok şikayet etme hakkına sahip gruptur Aleviler. Osmanlıdan beri, Atatürk dönemi hariç hep ezilmişlerdir. Ülkeye bir çok aydın kazandıran bu kesimin ritüelleri, kimi yobazların türlü iftiralarıyla sapıklıkla nitelendirilmiş, yetmemiş, Çorum, Maraş katliamlarıyla yok edilmek istenmiş, cayır cayır yakıldıkları otel, dalga geçer gibi, kebap salonuna dönüştürülmüştür( tarih kitaplarında madımak kebapçısına göz yumanlar nasıl adlandırılacak çok merak ediyorum) Buna rağmen Aleviler bu ülkeye bağlı bir şekilde yaşamaya devam etmekteler. Seslerini ve isteklerini, şiddete başvurmadan medeni bir şekilde duyurmaya çalışan bu insanların talepleri, ülkenin devlet bakanı tarafından "kabul edilemez" olarak nitelendirildi.
Peki nedir bu istekler,
1. Zorunlu din dersi kaldırılsın
2. Alevi köylerine cami yapılmasın
3. Diyanet işleri ya kaldırılsın, ya da cem evlerine de kaynak aktarsın.
Bu isteklerin neresi kabul edilemez. Tamamını alevilerin oluşturduğu bir köye cami kondurmanın mantığı nedir? Laik bir devletin, insanlara kendi öngördüğü mezhebi dikte etme hakkı nasıl olur.
Din dersi zaten ayrı bir konu, neden dinler tarihi değil de, sadece islam dini öğretiliyor? Onu da bıraktım, isteklerin kabul edilemez olduğunu söyleyen bakan, kendi çocuğuna zorunlu olarak hristiyanlık ya da yahudilik dersi verilmesini kabul eder miydi? Alevilerin talepleri arasında ülkenin stratejik çıkarlarına aykırı en ufak bir husus var mı? Bu haklar verilirse "Alevistan" falan mı kurulacağını sanıyorlar?
Nedir bu insanlara duyulan kin ve nefret! Sonra bir de utanmadan gidip oy isterler seçim zamanı. Gerçekten söyleyecek söz bulamıyorum!

Girl... Leave me alone with ma' blues...

Gökçeğin PKK ile mücadelesi


1. Melih Gökçek 2. George Bush 3. George W. Bush 4. RTE diye gider listem. Kendini Ankara'nın derebeyi sanan Gökçek, DTPnin "yerel seçimler için ortak sol adayları destekleyebiliriz" açıklaması üzerine, o bildik demogogluğuna, provakasyon da ekleyerek, aklınca milliyetçi duyguları sömürmek için, Karayalçın'ı kastederek Ankara'yı PKK'lılara teslim etmem açıklamasını yaptı. Siyasal geçmişine bakıldığında bir topaç gibi iktidarda hangi parti varsa ona yanaşan Gökçeğin, bir şekilde DTP iktidar olsa ne yapacağını kestirmek zor olmasa da ona sormak istediğim bir soru var; Sayın Gökçek, ben, sizin Ankara'nın başına gelen en büyük felaket olduğunuzu düşünüyorum. Bunun nedenleri, Ankara'nın arsenikli suyu, halen bitirilememiş çayyolu metrosu, katrilyonlarca lira harcanmış ve trafik sorununu çözememiş alt-üst geçitleri, japon genelevi tadında ışıklandırılmış zevksiz parklar ve şehrin plansız büyümesidir. Ayrıca oğullarınızın samuray kılıcıyla insanlara saldırması, yandaşlara verilen sınırsız ihaleler, o muhteşem tebessümünüzle insanların gözlerinin içine bakıp, "60 bin dolar param var" dedikten sonra aynı tebessümle "hatırımı kullandım" diyerek 1.5 milyon dolarlık villada yaşamanız, sırf Ankaragücünü ele geçiremediğiniz için Ankaraspora ANKARALININ milyonlarca dolar parasını akıtmanız ve bugün varolan sorunların kaynağı olarak hala Ankara'nın 15 yıl önceki yönetimi bahane etmeniz size olan nefretimi kat be kat arttırmaktadır. Şimdi ben tüm bunları saydıktan sonra ve askerliğini asteğmen olarak güneydoğuda yapmış bir türk genci olarak oyumu Murat Karayalçın'a veriyorsam, sen bana nasıl PKK'lı dersin...! Sen bana PKK'lı diyorsan, ben sana ne demeliyim? Yukarıda ki resime bak o hislerime tercümandır.

Taşlar yerinden oynamaya başladı

Akşam gazetesi genel yayın yönetmenliğine İsmail Küçükkaya'nın getirilmesiyle, çoktandır beklenen olay, artık gerçekleşecek gibi görünüyor. Fatih Altaylı'nın, Turgay Ciner'in çıkaracağı gazetenin başına geçeceği sır değildi. Bu gelişmeden sonra, diğer transferler de şekillenmeye başladı. Doğan grubundan ayrıldıktan sonra, Aydın Doğan'a etmedik laf bırakmayan Turgut'un, köşe yazarlığının devamı için tek adres Ciner grubu gibi gözüküyor (tabi Fatih Altaylı gibi bir karakterle aynı çatı altında çalışmak Turgut için zor olabilir) Genel kanı, Oray Eğin'in de Turgut'u takip edeceği yönünde. Şahsi fikrim bu transferlerden en büyük zararı Akşam gazetesinin göreceği yönünde. Benim de aralarında bulunduğum bir çok kişinin Akşam'ı okuma sebebi olan Turgut ve Eğin'in kaybı, Akşam'a çok kan kaybettirir. İsmail Küçükkaya'nın daha ilk yazısında "şarabın tadından anlamam ama haberin kokusundan anlarım" şeklinde ki sözleri, bana İbrahim Tatlıses'in 80 li yıllarda çekilmiş bir filmdeki repliğini hatırlattı. Sonradan aşık olacağı kızın, çılgın parti düzenlediği villaya bir vesileyle gelen Tatlıses, onunla kıro diye dalga geçen şımarık topluluğa, "ben size bir soru sorabilir miyim?" der "sor" cevabını aldıktan sonra gençlere "ekmeğin fiyatı kaç para?" diye sorar, kimse cevap veremez, İbo da şımarık gençleri g.t etmenin verdiği haklı gururla, villayı terkeder. Anladık İsmail'ciğim "ince zevklerim yok ama çalışkanım" diyorsun da, bunu gurur vesilesi olarak açıklamak niye? Akşam okurunun gariban edebiyatına prim vereceğini mi sanıyorsun?

19 Kasım 2008 Çarşamba

Satıyorum...Satıyorum...Saaaat-tım!









Resimler ilk başta alakasız görünse de, gerçek tam tersi. Yukarıda ki üç marka da kendi ülkelerinde devletin sahip olduğu markalar. Dünyaca bilinen Absolut votkaları İsveç devletinin, Hollanda'nın tüm büyük şehirlerinde varolan Casino Holland'ın sahibi de devlet. İşin daha dikkat çeken tarafı tüm dünyada olduğu gibi Hollanda'da da çok popüler olan Texas Hold'em sadece Casino Holland'da oynatılıyor, özel teşebbüslere ait kumarhanelerin krupiyeli oyun oynatma izni yok. Malum Renault'un %51 i Fransız devletinin. En altta da ülkenin varını yoğunu yabancılara babalar gibi satan lakin konu futbol olunca Eskişehir gibi belediyesine göz diktikleri illerin futbol takımlarına kamu iktisadi teşebbüsüymüş gibi kaynak aktaran Maliye bakanımız. Avrupa'lılar mı işi bilmiyor, yoksa biz mi çok akıllıyız?

Birdy num num




Tamam kimse Kim Kardashian'ın bir Audry Hepburn olduğunu iddia etmiyor. Ve evet, imaj olarak ucuz, işe yaramaz , kimeseye faydası olmayan bir mirasyedi görüntüsü çiziyor, tıpkı whopper gibi (mirasyedi kısmı hariç tabi)... whopper sevmeyen var mı?


Şaşkın oran

Ailecek tanışırız. Baskın hoca olarak değil, Baskın amca olarak hitap ederim kendisine. Uçlarda bir insandır ortası yoktur, tavırlarını küstahça bulurum, buna rağmen dürüstlüğünden ve ülke sevgisinden şüphe etmem. Hatta, federatif yapıyı savunacak kadar kürtlere yakın olmasına rağmen, meclise, sırf DTP nin düzenlediği bir toplantıya "ben imralıdan emir almam" dediği için karşısına çıkarılan DTP adayı yüzünden girememiştir(bkn.1.DTP ikiyüzlülüğü. 2. DTP neden istanbul birinci bölgeden aday çıkarmadı?). Ama anlamadığım bir şey var Baskın amca, sen ki bu ülkenin yetiştirdiği, siyasalın efsane hocalarından birisin, hala nasıl her yerde ermeni soykırımını olduğunu iddia edip, sonra da "Biz Ermeni soykırımını kabul edelim, karşılığında Ermeniler'de toprak ve tazminat talebinden vazgeçsin" diyebilirsin. Ermenilerin böyle bir talebi kabul edebileceğine nasıl inanırsın. Adamlar sırf "soykırım var" dedirtmek için mi 50 yıldır dünyanın parasını harcayıp propaganda yapıyorlar. Hadi diyelim ki Ermenistan devleti "biz toprak falan istemiyoruz" dedi. Peki yurtdışındaki ermenilerin, techir sırasında terk ettiği mülkler için sigorta şirketleriyle yaptıkları anlaşmalar ne olacak? Soykırım kabul edilince ermenilerin zararlarını ödeyecek olan sigorta şirketlerinin patronları, "Görüyor musun John, Türkler soykırımı kabul etti! Gözlerim yaşardı, çok duygulandım, helal olsun ödediğim milyarlarca dolara, Türk devletine hakkımı helal ediyorum" mu diyecekler! Anlamıyorum... Gerçekten an-la-mı-yo-rum!

Türüten Adam

Gündüz Aktan nasıl bir olumlu figürse milliyetçi camiada, İsmail Türüt'de bir o kadar ters etki yaratıyor. En kolay yoldur toplumdaki eğitimsiz insanları milliyetçilik damarından sömürmek. Bir kere sesini duyurdun mu gerisi kolaydır. Haşarı ama sevimli imajıyla kaset, klip, belediyelerin alt-üst geçit açılış konserleri derken bir anda köşeyi dönersin, plan yaptığı sanılan pırıl pırıl insanları yok ederek ülkesini kurtardığını zanneden zavallıların idolü olarak. Beni asıl üzen toplumun balık hafızası, medyanın suskunluğu. Hiç unutmuyorum, devleti, bayrağı, kutsal değerleri savunduğunu iddia eden bu insana zamanında star televizyonunun magazin programında bir şaka yapılmıştı. Senaryoya göre belediye ekipleri kılığındaki tiyatrocular, Türüt'ün Sarıyer sırtlarındaki villasına gelerek (vinç, kamyon falan da getirmişlerdi) kendisine, yapının ruhsatsız olduğunu, yıkım kararı alındığını ve bunun uygulanacağını söylemişlerdi. Devletine, bayrağına bağlı Türüt, bir süre görevli kılığındakilerle sözlü münakaşa ettikten sonra, devletin görevlisi sandığı kişileri silahla tehdit etmişti( daha doğrusu eşine "hanım benim silahımı getir" demiş, daha sonra eline aldığı silaha mermiyi sürecekken olayın şaka olduğu açıklanmıştı)
Daha ne söylenebilir ki...

Gündüz Aktan

Hayatımda hiç MHP'ye oy vermedim, bundan sonra da vereceğimi zannetmiyorum. Ama bu günlerde Atatürk milliyetçiliğini benimsemiş insanları, ırkçı gibi gösteren yaftalamalar beni oldukça rahatsız ediyor. Bu tip art niyetlilere karşı parmakla gösterebileceğiniz bir isimdi Gündüz Aktan. Başarılarla dolu dış politika kariyerinin ardından, engin bilgi ve birikimini Türk insanın hizmetine siyaset arenasında sunmak istedi, ama ömrü yetmedi. Milliyetçi camianın sağduyulu ve ilkeli siyasetçisiydi. Başımız saolsun...

Hitabet Sanatı


Kendisini severim, hayata dair yazılarını zevkle okurum, ama,"Söylediklerine önce kendin inanacaksın ki, seni dinleyenler de inansın" ve "copy-paste"ekolünün bir numaralı temsilcisidir Hıncal Uluç. Zerre kadar olmayan futbol bilgisiyle, Türkiye'nin en saygın kanallarından birinde, her pazartesi, uslanmaz romantik Haşmet Babaoğlu ve henüz fanatik damarını göstermemiş Mehmet Y. Yılmaz'la birlikte ahkam kesmekte. Neyse ki Habertürk'te aynı saatte Uğur Meleke, Okay Karacan ve Mehmet Demirkol üçlüsünün programı yayınlanmaya başladı(Yalnız Mehmet Demirkol'un son zamanlardaki tavırlarının fazla göze batar olduğu kanısındayım). Hıncal Uluç'un "inandırıcı" ve "copy-paste"ci yaklaşımı çeşitli şekillerde tezahür eder. Birincisi Galatasaray herhangi bir Türk takımıyla oynuyordur( rakibin adı x olsun). Maç Galatasaray lehine neticelenmişse, rakip Hıncal Uluç'un bugüne kadar gördüğü en kötü x tir. O eski çatır çatır oynayan x gitmiş, yerine korkak, pısırık, "bana bir puan yeter" anlayışıyla sahaya çıkmış onu da becerememiş bir x gelmiştir.Sonuç aleyheyse, Galatasaray teknik direktörü, futbol cahilidir.
Bir de bunun Avrupa versiyonu vardır. Burada Uluç yorumları rakip takımın ismine göre değişir. Burada misal olarak Milan ve Standart Liege (bunu özellikle seçtim) Galatasaray'ın rakibi olsun. Standart Liegele oynanan maçın sonucu olumluysa, takım kesin Hıncal'ın istediği gibi oynamıştır, teknik direktör sözünü dinlemiştir, ama beraberlik ve yenilgiyse, köy takımına puan kaybedilmiştir, Standart Liege'ın bugüne kadar ne gibi bir başarısı mevcuttur vs.
Eğer rakip Milan'sa, Hıncal Uluç'un ağzından aktarıyorum;
Galatasaray:0 Milan:2 evet hıncal abi, yorumlarınız,
Önce kafa iki yana sallanarak meşhur kahkaha atılır(ben ne diyim tadında), Kahkaha sona erer, ve ağızda tebessüm ama sakin bir tonda yoruma başlanır.
-Çarşamba günü maçı bizim evde Muzolar'la hep birlikte izledik.(Burada son bir agoni kahkahasıyla birlikte ani ciddi ifade takınılır, sağ el parmak işaret parmağı şakağa dokunur)İnan evdeki bir Allahın kulu sahadaki Galatasaray'ın ne yaptığını anlamadı. Ne Arda, ne Kewell, Ne Lincol, ne Baros!(ifadedeki ciddiyet yerini kızgınlığa bırakıyor) Galatasaray'da hiçbir oyuncu kafasında ben bu maçı alacağım, diye çıkmamış. Peki bunun sorumlusu kim? Bunun sorumlusu, o lanet olası kazanamıyorsan yenilmeyeceksin felsefesiyle sahaya çıkmış, korkak, futbol cahili Skibbe.Kimse bana Milan falan demesin sevgili Haşmet! (burada haykırışla karışık dünya kafasına yıkılmış bakışı atılır, o sırada Haşmet, çok haklısın Hıncal abi pozunda, esamesi okunmayan Mehmet Y. Yılmaz, kolları bağdaştırmış "nasıl koydular cimboma!ohhh içimin yağları eridi" hissiyatını belli etmeme derdinde ) Ahı gitmiş vahı kalmış bir Milan... Bana son yıllarda Milan'ın Avrupada herhangi bir başarısını söyleyebilir misiniz? Yok!, Öyle ki geçen yıl zar zor kendi ligini 4. bitirmiş, tüm umudunu yerlerde sürünen, Barcelonan'nın "ne hali varsa görsün" diyerek kapının önüne koyduğu Ronaldinho'ya ve son zamanlarda yıldız çıkaramadığından, Brezilya'nın yıldız diye parlatıp sunduğu, bizim Arda'nın yarısı etmeyen Kaka'ya bağlamış bir Milan var karşında. Peki sen Skibe, böyle bir Milan karşısında nasıl sahaya çıkıyorsun?!! Geride dörtlü bir defans! Yetmiyor, iki de ön libero! (burada sol elle yere doğru "iki" işareti yapılır) kim için? Rakibin tek(ikiyi gösteren yere bakan el yukarı döndürülür ve genelde işaret ama bazen kaza eseri orta parmak kaldırılarak "bir" işareti yapılır) forveti adı sanı duyulmamış Pato için ! Bir kişi için 6 kişilik önlem alan bir takım bu maçı nasıl kazanabilir biri bana bunu açıklayabilir mi sevgili Haşmet!

Nailin Pailin ve Türk Demokrasisi

Yukarıda ki hanımefendinin adı Lisa Ann. Kendisi oldukça popüler bir porno film yıldızı. Blogda yer işgal etmesinin nedeni ise şu sıralar, rol aldığı bir filmin Amerika'da büyük bir tartışmaya neden olması. Filmin adı "Nailin Pailin", Penthouse'un patronu Larry Flint'in yapımcılığını üstlendiği "yapıtı" diğer pornolardan ayıran nokta, Lisa Ann'in Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı, Alaska valisi Sarah Palin'i canlandırması. Filmde başkan yardımcısı "Pailin" krizlere çözüm bulmak amacıyla yabancı liderlerden tutun da, rus askerlere kadar birçok kesimle ilişkiye girmekten imtina etmeyen bir lider portresi çizmekte(merak edenler için filmi izlemedim ama senaryosunu okudum). Filmle ilgili kopan tartışmaların ekseni ise asıl dikkat çekici olan husus. Filmi ahlak dışı, iğrenç, aşağılayıcı bulan kesimden kimse filmi yasaklatmaktan bahsetmiyor, Cumhuriyetçilerin bir numaralı kanalı Fox'ta yapılan yorumlarda, filmin yasaklanmasının mümkün olmadığı zira bunun anayasadaki first amendmenta aykırı olacağı belirtiliyordu. Dahası muhafazakarlığıyla ünlü Sarah Palin, yapımcılara tazminat davası açmayı düşünmediğini, ne kadar iğrenç olsa da,filmi ifade özgürlüğünün kutsallığı içerisinde değerlendirdiğini belirtti.
Ülkemizde böyle bir film çekildiğini bir an için düşünelim (adını siz koyun). Yapımcısından, ışıkçısına kadar, filme emeği geçenleri nelerin beklediğini ben tahmin dahi edemem (kedi karikatürüne dava açan siyasilerin varolduğu bir ülke burası). Bırakın pornoyu, Levent Kırca'dan bu yana siyasileri hicveden bir kişi çıktı mı televizyona? Şu anki siyasi figürlerin(iktidar- muhalefet) dalga geçilecek hiç mi yönü yok, yoksa sanatçılar ve tv kanalları kendilerini nelerin beklediğini bildikleri için mi, hicivden imtina etmekteler? Özgürlüğü sadece, ibadet özgürlüğü olarak algılayan zihniyetin iki yüzlülüğüdür bu durum. Ülkemizdeki demokrasi kültürünün, batıdan fersah fersah geride olduğunun kanıtıdır. "Toplumun genel ahlakına aykırılık" bahane ve yalanıyla süslenmiş dikta gerçeğidir.
Son olarak Larry Flint, gördükleri ilgiden memnun olacak ki ikinci filmi çekti, amerikan başkanını oynayan zenci başrol oyuncusunun hangi siyasiyi canlandırdığını tahmin etmek çok zor olmasa gerek.
* el salladığınız adamın düşüncesi bu ülkeye hakim olunca benzer filmler çekilebileceğine inanıyorsan, ben de sizin "taraf"tayım.

18 Kasım 2008 Salı

Pirates of Somalia


Daha iki hafta önce bir arkadaşı uzun yol kaptanı olan kuzenimle konuşuyordum. Arkadaşı, ne zaman Somali açıklarında gitse, yanlarına yanaşan küçük botlardan atılan kanca yoluyla gemiye korsanlar çıkıyormuş . Ellerinde bildiğin 17. yüzyıl korsanları gibi palalar falan varmış, gemiciler de bunlar için yola çıkmadan önce erzak hazırlıyormuş ve içinde gıda vs olan sandıkları verip yollarına devam ediyorlarmış (milyon dolarlık yükler için belki bir kaç yüz dolarlık cüzi bir sigorta bedeli) ben yine de sordum.
- Madem korsanların silahları yok neden gemi personeli bunlara ateş edip kaçırmıyor? "Çünkü" dedi, biraz açıkta başka tekneler bekliyormuş ve onlarda gemiyi batırabilecek ağır silahlar mevcutmuş.
Benim anlamadığım, gelen haberlere göre korsanlar baya baya işi büyütmüş ve bir limanı ellerine geçirmiş haldeyken, NATO kuvvetleri nasıl oluyor da, oraya bir askeri operasyon düzelemiyor?
Öte yandan açlığın, sefaletin ve ölümün kol gezdiği bir ülkenin insanlarının hayatta kalmak için yaptıklarına bakıyorum da... Adamlar ne yapsın? Sırf adrenalin için mi elinde palayla yük gemisine saldırıyorlar?

Adında "Ak" olandan korkacaksın!

Gerçekten "hamdolsun"! Akbank'tan çıkarılan 1600 personelin haberi dört gün sonra ancak yayınlanmaya başladı. Yine de şükretmeliyiz, öyle ya eğer ekşisözlük, bağımsız haber siteleri falan olmasa, konunun üzeri tamamen örtülecekti.
Etik tartışmalar bir yana, eğer oyunun adı kapitalizm ise, işçi çıkarmak da bunun doğal bir parçası. Ancak Türkiye'nin en büyük bankaları arasında ismi geçen bir kuruluşun daha bir kaç ay önce 1500 kişiyi işe alacağını ilan edip, sonra da emekliliği gelen personelle birlikte eğitim süresi içerisinde bulunan bir çok yeni işçiyi kapı önüne koyması akıl alır gibi değil. Ben bir müşteri olarak soruyorum.
1. Kardeşim sizin hiç mi kısa, orta ve uzun vadeli planlarınız yok? Bangır bangır geliyor denen krize rağmen hangi akla hizmet bu kadar eleman alıyorsunuz? Kısa vadede personel alım planını dahi beceremeyen bir bankaya ben mevduatımı nasıl güven içinde yatırırım?
2. Hadi diyelim sınavla girenler içerisinde eğitimde yeterince başarılı olamayanları kapı önüne koydunuz, peki devlet bankalarında 20 yıllık kıdemi bulunan insanlara, "Gel bizimle çalış" diyerek, onca yıllık memuriyet kariyerlerini istafayla sonlandırtıp, 2 hafta sonra kapının önüne koymak akla, mantığa, insafa sığar mı?
3. Elinizde kalan elemanlardan bundan sonra eskisi gibi verim alabileceğinize inanıyor musunuz? Siz onların yerinde olasanız oturduğunuz koltuğun altınızdan her an alınabilme ihtimali düşüncesiyle ne kadar verimli olabilirdiniz? Daha önemlisi yarın bir gün değerinizi bilen diğer bir bankadan teklif geldiğinde pozisyonunuzu ne şekilde alırdınız?
Ayrıca bir bir lafım da kanun koyucuya; yeni işe başlayan biri için deneme süresine tamam da, daha önce başka bir iş yerinde aynı işi yapıp, aldığı teklifle yeni iş yerinde aynı işi yapacak olan adam için deneme süresi ne demek! Bu şekilde iş akdinin feshedilemesinin nasıl bir yaptırımı olmaz? Neden bu gibi durumlarda işçiyi korumuyorsun?

Three Sisters





Monica, Kiera ve Natalie... Three Sisters. İsim benden, senaryo sizden...

Nurullah Abinin Gündüz Düşleri 1

LİG TV deki prgramdan

Sunucu: - Hocam kafanızda nasıl bir sistemle oynamak var?

Nurullah Sağlam: - Eee... Biliyorsunuz ben uzun süre Brezilya'da yaşadım (sonradan ağzından kaçırdı 4 ay kalmış, e bunun üç haftasını festivalden düş, kaldı sana 3 ay) İtalya'nın da savunma anlayışını beğenirim(Sağol hocam, yoksa valla çok gücenirlerdi).Kafamdaki sistem Brezilya'nın hucüm futboluyla, İtalyanların defansif anlayışını kombine eden bir sistem (bunu söylerken bilekler bükülerek eller kavuşturulur ki vurgu sağlam olsun)

Ben: - Mourinho, Sir Alex Ferguson, Capello, Arsen Wenger... Siz bunu düşünemediniz ya, vallahi adam değilsiniz! You too Shaq... you too!

Aysun Kayacı'nın oyu ve İ.Melih Gökçek















Aslında aradan uzun zaman geçti, ne var ki bu blogda yeni yazmaya başladım. Güzelliğin "yeter" olmadığının farkında olup da kendini entellektüel açıdan geliştirmeye çalışan kadınları hep takdir etmişimdir. İster toplumda kabul görmek, ister dikkat çekmek olarak adlandırın, benim için hiç fark etmez. Ha derseniz ki Aysun Kayacı güzel bir kadın olmasaydı o bilgi birikimle diğer üç entellektüel kadının yanında program yapabilir miydi? "Yapamazdı" derim, ama sorun o değil.
Geçen yıl Aysun Kayacı programında "benim oyumla dağdaki çobanın oyu neden eşit?" sorusunu sorduğunda yer yerinden oynadı. Özellikle AKP yönetimi bu sözlerin üzerine çok gitti (tabi kimse sormadı kendilerine o kadar gariban edebiyatı yapıyorsunuz ama milletvekili listelerinizi hazırlarken o garibanlardan hiç aday gösterdiniz mi? diye)
İnsanların eğitim durumuna göre oy hakkına sahip olması yeni ortaya atılan bir mevzu değil. Tarih boyunca tartışılmış bir konu. Benim kişisel fikrim, insanlar oy verirken ihtiyaçları üzerinden iradelerini sandıklara yansıttıkları yönünde. Bu ihtiyaçlar her birey için farklı ortaya çıkmakta ve siyasi iradeler bu ihtiyaçlara göre çözüm sunmakta. "Bir torba kömür, 5 kilo bulgur için oyunu satıyorlar" serzenişi çok saçma. Sonuçta açlık sınırında yaşayan bir insanın, hayati ihtiyaclarını karşılayan siyasal partiye oy vermesi kadar doğal bir şey olamaz. Ayrıca bundan şikayetçi olan insanlar şu soruya dürüstçe cevap verebilirler mi, - Sana 20 milyar versem, bir sefer oyunu benim istediğim partiye verir misin? Dikkat edin kömür ve bulgur eşittir en temel ihtiyaç, ama orta ve üst kesim için 20 milyar, sadece güzel para, o kadar.
Ammaaaaaa... Aysun Kayacı'nın sözlerinde bir noktada haklılık payı var, o da Türkiye'de yeterince işlemeyen bir mekanizmadan kaynaklanmakta. Nedir o? Hukuki denetim. Ankara'yı ele alalım. Geçen seçim İ.Melih Gökçek %54 oy aldı. Gökçeğin seçmen kitlesinin büyük bir kısmı kömür ve gıda yardımı alanlardan oluşuyordu. Dediğim gibi buna itirazım yok, ama bu adam sırf %54 oy aldı diye, yaptığı alt-üst geçitlere harcadığı para, "60 bin dolar param var" dedikten sonra "hatırımı kullandım" diyerek 1.5 milyon dolarlık villa alması soruşturulmuyorsa, en önemlisi Gerede'den gelecek tertemiz suyu sırf ihalesini DSİ yapacak diye reddedip, kendi yaptığı ihalelerle arsenikli ve kadmiyumlu Kızılırmak suyunu zorla bize içirmesine devletten hiç bir kurum ses çıkarmıyorsa, işte o zaman Aysun Kayacı haklıdır. Çünkü hukukun üstünlüğünün olmadığı, denetim mekanizmasının sağlanamadığı sistem demokrasi olarak adlandırılamaz.









Bir zamanlar ne kadar da güzeldin Shannyn...