25 Aralık 2008 Perşembe

Ortaya yanarlı dönerli bir şeyler yaptıralım mı abi?


Kendisini medyaya Mesut Yılmaz soktu, saolsun yüzünü de hiç kara çıkarmadı, o kadar yolsuzluk programları yaparken bir kere bile "mavi akım" denilen ve bu ülkenin çanına ot tıkayan rezilliğe değinmedi, devir değişti Mesut Yılmaz tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı o da sen babamsın diyerek Aydın Doğan'cı oldu. Neler oldu bilinmez babası tarafından reddedildi, o da Çukurova gurubunun nüfuzuna geçti, artık yeni babası Karamehmet'ti. Burada da rahat durmadı, sanmayın bu evli ve çocuklu arkadaşın tek vukuatı Duygu Dikmenoğlu, tüm kulislerde konuşulan bir yasak aşkı daha vardı, arşivleri tarayın onunla birlikte aynı dönemlerde transfer olan birileri daha olduğunu göreceksiniz. Neyse insanların özel hayatı bizleri ilgilendirmez, Akşam gurubundayken bugün bir numaralı düşmanı ilan ettiği Recep Tayyip Erdoğan hakkında "Siyasette yeni bir yıldız doğuyor" adında bir yazı yazdı, buna karşın dün babam dediği Aydın Doğan için türlü yolsuzluk dosyaları ortaya çıkardı. Tüm bunlar olurken kafasında bir şimşek çaktı, bu ülkede Kemalizmin yeterince değerlendirilmemiş bir pazardı. Buradan iyi bir rant sağlanabilirdi, geçmişte Fethullah hocanın önünde ellerini kavuşturup saygı içinde oturmuştu ama bu önemli değildi, bu millet balık hafızalıydı. Ayrıca bahanesi de hazırdı; bu konu ille de sorulacak olursa "ben onun gerçek yüzünü o zamanlar bilmiyordum" diyecekti. Böylelikle Kanaltürk'ü kurdu, "Siyasetin yıldızı"na, dincilere sallarken, "biz kaç kişiyiz" diyerek internetle devam etti, oradan aldığı gazla siyasete soyunmaya kalktı ama baktı gazla bir yere kadar, "ben küfemi doldurdum arkadaş" siz mücadeleye devam diyerek, "Kan"alını o değiştiğini sonradan öğrendiği Fethullah Gülen'in adamına sattı. Şimdi hapiste, yargılanmayı bekliyor. Kendisiyle ilgili tek korkum da bu, çünkü elinde büyük bir fırsat var. Büyük ihtimalle suçlamalardan sıyıracak ve kısa zamanda özgürlüğüne kavuşacak(yanlış anlaşılmasın ne kadar sevmesemde kimsenin işlemediği bir suçtan hapis yatmasını istmemem) ve çıkınca mağduru oynayacak. Ezilmedim, yıkılmadım diyerek yine insanlara propaganda yapacak. Umarım Atatürkçü'ler bu adama yine kanarak, bir kere yaptıkları hatayı ikinci defa tekrar etmezler.

Chain Reaction


Ne acıdır ki, Hrant Dink'in öldürüldüğü haberini ilk duyduğumda ne bir şok geçirdim, ne de başka bir şey hissettim, sakın yanlış anlaşılmasın, elbette ülkenin değerli bir insanının katledilişine üzüldüm ve hala olayı nefretle kınamaktayım ama yaşadığım hissizlik duygusunun sebebi, böyle bir olayı bekliyor olmamdandı.


Adeta hedef gösterilmişti Hrant Dink, özellikle yargılandığı 301. madde davası sebebiyle çok tepki almıştı; halbuki dava konusu olan "zehirli türk kanı" sözünü, Ermenilerin biz Türklere olan ön yargılı bakışlarını ifade etmek için kullanmıştı. Orada demek istediği "Ermeniler, iki toplumun kucaklaşabilmesi için sizin de üstünüze düşen görev neredeyse DNA nıza işlemiş olan cani türkler ön yargısından kurtulmanızdır". Bunun neresi Türk'lüğe hakaret anlamak mümkün değildi ama, perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuştu. Açık açık hedef gösteriliyordu Hrant Dink, çünkü hepimiz biliyoruz ki, acı ama gerçek, bu ülkede insanlar okumuyor, araştırmıyor, rüzgar nereden eserse o yöne savruluyor. Zehir-kan-türk kelimeleri bir araya getirildimi, cahilleri galeyana getirmek için başka bir şeye ihtiyaç kalmıyordu. Sonuçta ne oldu? Eminim hayatında milliyetçilikle ilgili 9 ışığı dahi okumamış bir cahil tek kurşunla, bu ülkenin yetiştirdiği bir aydının yaşamına son verdi.

Hrant Dink öldü, ama lütfen bu olayın öncesinden başlayıp sonrasında devam eden tabloya bir bakın; önce danıştay baskını, ardından Hrant Dink cinayeti, Ümraniye'de gecekonduda el bombaları bulunması ve Ergenekon davası. Eğri oturup doğru konuşmakta fayda var, açıkçası bu davada yargılanan Kemal Kerinçsiz, Muzaffer Tekin hatta Tuncay Özkan(tam bir yanar döner olduğu için) gibi isimler pek umurumda değiller. Davada esas önemli isimler; Hurşit Tolon ve Şener Eruygur, çünkü bu kişiler zamanında ordunun en üst tepesinde bulunmuş ve kuvvet komutanlığı (jandarma) yapmış saygın isimler.

Derin devlet konusuna aşağıda ayrıca değineceğim, öncelikle kendimize şunu soralım, bu kadar profesyonel olduğu idda edilen "ergenekon" denilen oluşum, bu cinayetleri tabiri caizse "kör gözün parmağına" denilecek nitelikte, kendisini bu kadar kolay ele verebilecek şekilde işler mi? Nedir Ergenkon'a atfedilen bir numaralı suçlama? Hükümete karşı komplo kurmak. Tamam danıştay baskının niteliği bu suçlamayla örtüşmekte, laik yargıçlar, şeriatçı kurşunlara hedef oldu, iktidar bu olaydan yara aldı, peki Hrant Dink cinayeti AKP'ye mi zarar verdi yoksa milliyetçilere, Atatürkçülere ve laiklere mi? Bu olaydan sonra bu kesim sanki kötü bir şeymiş gibi "ulusalcı" olarak nitelendirilmediler mi? Yine bu profesyonellik olayına değinecek olursak; diyelim ki ergenekon danıştay baskınını planladı, peki bu oluşumun lideri olduğu idda edilen kişinin daha önceden fotoğraf çektirdiği birini tetikçi olarak görevlendirmesi, profesyonelliği bıraktım, akla mantığa sığar mı?

Derin devlete gelince; aksini idda eden cahilin önde gidenidir, derin devlet her ülkede var olan bir oluşumdur, dünyanın en ileri demokrasilerinde bile bu böyledir ve siz ne kadar kesip atmaya çalışsanız da orası bir şekilde doldurulur. Tabi bu derin devlet denilen yapılanmayı sadece suikast, darbe, uyuşturucu kaçakçılığı vs. gibi karanlık olaylarlarla açıklamak yanlıştır. Derin devlet ülkesinin stratejik çıkarlarını koruma mekanizması çerçevesinde oluşturulan bir oluşumdur. Evet demokrasiyle bağdaşmaz, yeri geldiğinde halka rağmen halkı korumak gibi bir misyonu vardır, evet bu faşizan bir düşüncedir ama özellikle içinde bulunulan coğrafyada herkesin birbirinin ayağını kaydırmaya çalıştığı ve yere düşen ülkelerin insanlarının bunun sonucunu hayatlarıyla ödediği bir ortamda demokrasinin ne denli yaşama imkanı vardır, bu soru ülkenin aydınları tarafından dürüstçe cevaplanmalıdır ( Aysun Kayacı gibi olacak ama dağdaki çoban oy verirken bu ülkenin stratejik çıkarlarını ne kadar gözetebilir)

Şimdi tüm bunların ışığında Danıştay, Dink ve Ergenekon zincirleme reaksiyonu neden meydana geldi sorusunu sormamız gerekir. Benim aklıma cevap olarak şu geliyor, birileri bizi yaratılacak İran cehennemine sürüklemek istiyor, bunun içinde 500 seneden beri savaşmadığı sınır komşusuyla çatışabilmesi için taşları yerinden oynatmak istiyor. Belki yanılıyorum. Umarım yanılıyorumdur, umarım ergenekon idda edilen gibi sadece kendi çıkarları için üzerine atfedilen eylemleri gerçekleştirmiştir. Çünkü eğer aksi olursa, "haklıyım" diye sevinmenin hiçbir anlamı olmayacak ulusca yaşayacağımız acıların yanında.

23 Aralık 2008 Salı

Öyle Muhalefete Böyle Arıtman


Öyle garip bir siyasi ortama sahibiz ki, muhalefet neyi nasıl gündeme getireceğini şaşırmış durumda. Son olarak CHP milletvekili Arıtman'ın saçmalaması gündeme oturdu( bu zatı zaten bireysel silahlanmaya destek vermesi yüzünden hiç sevmedim). Neymiş, Cumhurbaşkanı Gül özür kampanyasına verdiği destek (aslında destek vermedi, "demokratik hak" dedi) nedeniyle kökü araştırılmalıymış, zira kendisi asıllı Ermeni olabilirmiş. Bu açıklama neresinden bakarsanız bakın, 65 üzeri IQ su olan biri tarafından yapılabilecek bir açıklama değil. "Ermeni olmak suç mu"yu şimdi sormuyorum. Öncelikle bu kadın, "sol" olduğunu idda eden bir partinin milletvekili. Bu dünya üzerinde Nasyonal Sosyalistler dışında, insanların etnik kökenini araştırmaya yönelen başka bir sol akım var mıdır? Bu sözü söyleyen insanı ihraç etmeyen CHP bir daha bu ülkede yaşayan Ermeni, Rum, Yahudi ve Kürtler'den oy isterken yüzü kızarmayacak mıdır?

Ya Gül'e ne demeli? Arıtman'a cevabı "benim ailem müslüman ve Türk'tür". Bu nasıl bir cevaptır? İşte şimdi soruyorum, "Ermeni olmak suç mudur da böyle bir cevap veriliyor". Sen bu ülkenin Cumhurbaşkanısın, böyle bir saçmalığa, bu ülkede yaşayan tüm insanları kucaklayacak bir cevap neden veremiyorsun?
Bu ülkede muhalefet, gerçekten "muhalefet" olsaydı, Hitler'in ruhunu huzura erdirecek türden saçmalıklar yerine, başka meselelerde tepkisi koyar, sesini yükseltirdi. Örnek mi istiyorsunuz. Yukarıdaki resime bakınız. "Şeytan icadı" diyerek 29 Ekim Cunhuriyet Bayramı törenlerinde bir kez dahi smokin giymemiş bir insanın, gelen İngiliz Kraliçesi olunca nasıl da inandıklarını bir kenara bıraktığının resmidir o. Yabancıya olan saygısının, kendi halkından önce geldiğinin de kanıtıdır. O yüzden Bekir Coşkun haklıdır "Gül benim Cumhurbaşkanım değil" derken, ama "CHP de benim muhalefetim değil" diye eklemesi gerekir (Kılıçdaroğlu'nu tenzih ederim).

Herşeyi bitirdi bir tek Ay kaldı


Resim Bobiler.org'tan alınmıştır

Yeter Artık Tweety




Sen Beşiktaş tarihinin görmüş olduğu en kötü Beşiktaşlısın. Çünkü Beşiktaş'lı olmanın ne olduğunu bilmiyorsun. Sportif başarısızlıklara bir yere kadar katlanılabilir ( eğer bir dönem daha kalırsan Sarıyer ya da Zeytinburnun'dan farkımız kalmayacak o ayrı), ama sen bu kulübün felsefesine ihanet ediyorsun. Sen BEŞİKTAŞ başkanısın, nasıl olurda bir adamın annesine ulu orta küfür edersin be adam! Temsil ettiğin makama biraz saygın olsun!Zaten bir insan başarısız olduğunu, kimseler tarafından sevilmediğini bile bile neden o koltukta oturmakta ısrar eder anlamak mümkün değil ya... Ha eğer mesele çarçur edip kendine borç yazdırdığın paralarsa eminim bu ülkedeki bütün Beşiktaş'lılar gücü yettiğince elini cebine atar ve "borcunu" faiziyle öder, döneminde kazandırdığın o iki Fortis kupasını da evine yollar. Yeter ki bizleri daha fazla rezil etme, GİT!

22 Aralık 2008 Pazartesi

Senaristler ve Figüranlar

Kaybedilen maçlardan sonra ağlayanlar, benim için tipik looser olduklarından bu yanlışa düşmemek için çok dikkat ederim. Neticesinde sahada oynanan bir oyundur ve sonuç benim tuttuğum takımın lehine biterse bundan mutluluk duyarım, aksi durumda ise ne kadar üzülsem de, soranlara "altı üstü bir maçtı" derim geçerim. Tüm bunları yazdıktan sonra, hakem maçı sattı, yazıklar olsun falan dersem tükürdüğümü yalamış olurum o yüzden bunlara değinmeyeceğim sadece olaya farklı bir pencereden bakmaya çalışacağım.
Dün gece ki GS-BJK maçının tartışmalı pozisyonları nelerdi?
1. Servet'in golü; evet b.şehir maçında nobre'nin benzer golü sayılmamıştı ama bu tamamen hakemin takdiridir, dolayısıyla itiraz etmek yersiz.
2. Arda'ya yapılan penaltı; karar %100 doğru
3. Lincoln'e yapılan penaltı; şahsi fikrim pozisyonun penaltıyla yakından uzaktan alakası yok
4. Delgado'ya verilen 2. sarı kart; Maçın sonunda Delgado'ya sordular ne dedin ve nece söyledin diye. Hepmizin tahimn ettiği gibi adam; Bana kaç defa faul yapıyorlar ses çıkarmıyorsun, ben bir defa yapınca sarı kart gösteriyorsun dedim ve bunu ingilizce söyledim" dedi. Yukarıda ki fotoğrafı özellikle koydum. Dikkat ederseniz maçın hakeminin formasının göğüsünde nal büyüklüğünde FİFA kokartı var. FİFA kokartına sahip olabilmek için ingilizce bilme şartı aranıyor. Dolayısıyla bu durumda ya Cüneyt Çakır'a bu kokart hak etmediği halde verilmiş, ya da Cüneyt Çakır, efendiliğini taraflı tarafsız herkesin kabul ettiği Delgado'yu maç henüz kopmamışken bilerek haksız yere atmış.
Burada benim itiraz ettiğim Beşiktaş'ın kaybettiği puan değil. Doğruya doğru, geçmişte Beşiktaş'ta bir çok kere haksız kararlar neticesinde puanlar aldı. İtirazım ligin sonucunun sahada değil, masa başında belirlenmesi. Sezon başından beri fırtına gibi esen Trabzon'a bakın, 3 hafta üst üste hakem hatalarıyla puan kaybettiler, Beşiktaş öyle, yarın Sivas'a da kıyılacak, bugün bunları dile getirenlere gülüp geçen Fenerbahçe ve Galatasaray'a da ileri ki sezonlarda kıyılacak. Çünkü bu ülkede futbol içinde bir çok illegal unsur barındırıyor ve bu hatalardan birileri fena halde nemalanıyor. Sırf bahis olarak düşünmeyin bunu, mesela başarısız bir takımın değiştirdiği teknik direktörlerden, aldığı oyunculardan alınan komisyonları düşünün, yıllık 1 milyar doların döndüğü bir ekonomiden bahsediyoruz. Bunların önü kesilmediği, şeffaflığın oluşmadığı sürece, insanların ağzına bir parmak bal çalınıp, yazılan senaryolar oynanmaya devam edilecek ve bu futbolu gerçekten yok olma noktsına gelecek, çünkü futbol insanların kendilerini ifade ettiklerine inandıkları takımların sahadaki mücadelesinden kişisel pay çıkartarak popüler hale getirdikleri bir oyun. Sahadaki mücadelenin dışına çıkıldığı an oyunu popüler hale bu ruhu öldürmüş oluyorsunuz.
Küçükken sonunu bilmemize rağmen izlediğimiz film , mutssuz sonla bittiğinde hüzünlenir ağlardık.O zaman annemiz ya da babamız yanımıza "ağlama oğlum bu sadece bir filmdi gerçek değildi" derdi... Buradaki tek fark bizi bu şekilde teselli edecek biri olmaması... halbuki tam da bu söz durumu net olarak anlatabilecekken.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Meğer ip çoktan çekilmiş


Hep kendime şu soruyu sorar dururdum, hakkında bin türlü yolsuzluk iddaları olan biri Türkiye'nin başkentinde 15 yıl belediye başkanlığı yaparken, nasıl olur da yargılanmaz, medya bu iddaları nasıl gündeme getirmez diye. Bugün ortaya çıkan fatura olayı ile bu sorularıma cevap buldum, o da şu İ.Melih Gökçeğin ipi en az 2 yıl öncesinden Erdoğan tarafından çekildi ancak uygun ortamın oluşması beklendi.

Kemal Kılıçdaroğlu'nu takdir etmemek mümkün değil; kendisi cesur ve ahlaklı bir politikacı, ancak gündeme getirdiği doğalgazla ilgili konular, geçmişi 10 seneye dayanan, Ankara'da herkesin bildiği, dile getirdiği (özellikle 300 dolarlık sayaç kazığı) ama ne hikmetse bugüne dek medyada yankı bulmayan konulardı. Nitekim, Kılıçdaroğlu aynı konularla ilgili çok önceleri mecliste soru önergesi vermesine rağmen, medyadan kimse konunun üzerine gitmemişti. Ama ne oldu, tam da aday belirleme süreci sırasında Gökçek'le ilgili ardı ardına bu iddalar gündeme getirildi. Hadi diyelim ki bu bir tesadüf, medyanın üzerine biri sihirli değnekle dokundu ve bugüne kadar dokunmadıkları Gökçeğin ne olduğunu anlayıp üzerine gitmeye başladılar, bunun üzerine önce AKP anketi (Gökçeğin AKP'ye oy kaybettirdiği sonucu çıkan) yayınlandı, sonrasında da Gökçeğin, kendini rezil edip, siyasi harakiri yaptığı program yapıldı. Peki şu 358 miyarlık faturaya ne demeli?
Bugün ortaya çıktı ki Gökçek, "Tayyibin önünü bir tek ben keserim, araştırma yaptırdım oyum %22" dediği zamanlarda, şu anda Ergenekon davasından sanık olarak tutuklu bulunan bir şahısa AKP ve Tayyip Erdoğan'ın zayıflıkları ve bunlara karşı geliştirilebilecek stratejilerle ilgili bir araştırma yaptırmış ve karşılığında 358 milyarlık fatura kesilmiş. Dahası söz konusu fatura Ergenekon davası iddanamesi içerisinden çıkmış. Başbakanın "ben ergenekonun savcısıyım" dediği bir ortamda bu belgeden haberi olmaması mümkün müdür? Bence değildir. Peki Gökçek'le arası hiçbir zaman iyi olmayan Erdoğan neden bu şekilde davranmış olabilir?
Kişisel fikrim şu, Gökçek yaptıklarıyla artık AKP için taşınamaz bir yük olmuştu, ancak Gökçek görevdeyken yolsuzluk soruşturmasından içeri girseydi bu halk nezdinde AKP için oldukça kötü bir imaj oluşturacaktı(hatırlayınız İSKİ-SHP). Ankara'da kişisel oy potansiyeli yüksek bu şahısla seçimlere 2 yıl kala da köprüleri atmak da olmazdı, çünkü bu durumda Gökçek gibi bir kurnaz mutlaka sığınacak bir liman bulacak ya da en kötüsü seçimlere bağımsız aday olarak girecek ve bu durum Ankara'nın AKP'nin elinden gitmesiyle sonuçlanacaktı. Bunları öngören Erdoğan, ne kadar kendisinden hazzetmesem de, son derece akıllı bir manevrayla, Kılıçdaroğlu'nun popülaritesine tavan yaptırmayı ve CHP'ye 3 puanlık bir artış sağlamayı göze alarak, tam seçimler öncesinde düğmeye bastı ve planı tuttu.Şu anda İ.Melih Gökçek hiçbir partiden aday olamaz, bağımsız aday olmak içinse zaman kalmadı, çünkü seçmenlerin "yedirilip içirilmesi" için yeterli zaman yok. Neticede AKP Ankara'da, MHP adayı Mansur Yavaş'tan başka bir de Gökçeğin oylarını bölmesini tehlikesini bertaraf etmiş oldu. Kılıçdaroğlu derseniz, kendisi önünde saygıyla eğilmesi gerekilen bir kişi, ancak Baykal'ın bulunduğu bir ortamda CHP'ye lider olması imkansız, dahası medya isterse kendisini iki ay haber yapmaz ve bu halk onu da unutur. Benim öngörüm bu olsa da; sonuç olarak çok mutluyum, Gökçek istediği kadar mağduru oynasın, ya da balon patlatsın nafile(bu arada o balonları tam patlatırken yüzünün aldığı ifadeye dikkat etmenizi öneririm, o zaman daha iyi anlaşılıyor, adamın neden onlarca korumayla gezdiği, 4.1 lik deprem üzerine 14. kattaki evinden taşındığı). Ankara'nın üzerine çöken 15 yıllık kabustan kurtuluyoruz. Gönül isterdi ki halk Gökçeği sandığa gömsün ve bizim yüreğimizin yağları daha bir erisin, ama malesef bu mümkün değildi. Şimdi tek dileğim AKP'nin, Karayalçın ve Mansur Yavaş saygınlığında bir aday çıkarması. Daha öncede söyledim benim oyum Karayalçın'a, ancak seçimi AKP kazanacaksa, en azından bir zamanlar güzel olan bu şehri yönetecek insanın, bizlere layık biri olması gerekir.
p.s. son aldığım duyumlara göre AKP ted okulları başkanı Serdar Pehlivanoğlu'na Büyükşehir adaylığı teklifi götürmüş ama Pehlivanoğlu bunu reddetmiş.


17 Aralık 2008 Çarşamba

Time out!



Holy Valace ve Hadise. Tıpkı Portman, Knightly, Belluci üçlüsü gibi. Onlara three sisters demiştim, bunlar da "süt kardeşler" olsun:)

16 Aralık 2008 Salı

Yurt dışındaki Ermeniler

Aydınlarımız ülkedeki aşırı fanatik akımlardan şikayetçi, haksız da değiller. Lümpenlerin ne milliyetçiliğinden, ne solculuğundan hayır gelmediğini görmek zor değil. Ermeni meselesinde de bir fanatiklik söz konusu olduğunu alttaki yazımda da belirttim, bunu da eleştirdim. Çünkü soykırımı reddetmek ayrı bir şey, Hrant Dink gibi bu ülkenin yetiştirdiği pırıl pırıl bir insan katledildiğinde buna tepki olarak "hepimiz ermeniyiz" demeyi eleştirmek ayrı bir şey. Ben "ermeni soykırımını" reddeden bir insan olarak, hayatında kimseyi incitmemiş bir insanın(ki Hrant Dink ayrı bir "case study"'dir ve boş bir zamanımda kendisini ayrı olarak ele alacağım)sadece savunduğu fikirler dolayısıyla katledilmesi karşısında "hepimiz ermeniyiz" sloganını destekleyen biriyim ve benim gibi bu ülkede bu fikri destekleyen büyük bir kitle olduğu inancına sahibim.
Peki ben ve benim gibi bu ülkede yaşayan bir çok kişi böyleyken yurtdışında yaşayan ermenilerde Türklere ne gözle bakıyor? Sadece yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum.
Sene 2000, Maryland'den New York'a giderken otobüste yanıma bir hintli oturuyor. İki hoş beşten sonra bana ermeni meselesini açıyor. Çocuğun bana sorduğu sorulardan, olaylarla ilgili baya bir bilgisi olduğunu gördüm. Bildiklerini nereden öğrendiğimi sorduğumda yakın bir arkadaşının bir ermeni olduğunu söyledi. Sonra bana, benim gibi bir Türkle tanıştığına çok şaşırdığını, zira arkadaşının bahsettiği Türklerin tam bir cani olduğunu anlattı(burada dikkat; amerikada türkler, avrupadaki gibi kötü üne sahip değildir). Hatta bir keresinde ermeni arkadaşının ailesiyle gittikleri bir restorantta, yemekleri getiren garsonun Türk olduğunu öğrendikten sonra hiçbirşeye dokunmadan mekanı terkettiklerini neden olarakta ermeni arkadaşının babasının(adam tıp doktoru, öyle cahil cüheyla takımından değil), "o pis türk yemeğimize kesin zehirli bir şeyler atmıştır" dediğini söyledi. Ona bunun tek bir kişi mi olduğunu yoksa tanıdığı diğer ermenilerin de aynı şekilde düşünüp düşünmediğini sordum. Bana cevabı şu oldu; okuduğum okuldaki(çocuk Gergetown'da okuyordu) ermenilerin hepsi sizler için bu şekilde düşünüyor.
Ben işte bu yüzden ülkenin bir kısım aydınına kızıyorum. Onlar da diasporanın bize bakışının farkında, özür dilemenin sorunları çözmeyeceğini, sadece ilerde bu özür olayını diasporanın T.C. ye karşı elinde koz olarak tutacağını biliyor ve yine de "lades" diyor.

Artin Penik'ten kimler özür dileyecek?


Amacım ucuz milliyetçilik değil, sadece toplumun ermeni sorunu hakkında bilinçlendirilmemesini kınamak. Bırakın millet öğrensin geçmişte neler olduğunu; kendi öz eleştirimizi yapalım, nerelerde, ne gibi hatalar yaptığımızı tartışalım ki, en azından "genocid"cilerle karşılaştığımız zaman savunabilecek bir iki tezimiz olsun. Ama nedense ısrarla bu konu tartışılmıyor, sadece "soykırım" dendiği zaman "ermeni yalanı" denilerek geçiştiriliyor. Daha kötüsü ülkedeki ermenilere yönelik haksız karalamaların önüne geçilemiyor. Bu ülkede Artin Penik gibi ASALA terörünü protesto etmek için kendini Taksim meydanında yakan bir Ermenin varlığını acaba yeni nesilden kaç kişi biliyor?

15 Aralık 2008 Pazartesi

Özür dilemek...

Neyin ne olduğu anlatılmadan, toplum aydınlatılmadan bir özür kampanyasıdır gidiyor. Madem geçmişle hesaplaşma yapılıyor; neden hamidiye ordularından bahsedilmiyor? sadık tebanın bir anda hain tebaya dönüşmesindeki etkenler tartışılmıyor? aynı tarihlerde osmanlı benzeri imparatorluk yapısına sahip devletlerin benzer isyanlara gösterdikleri reaksiyonlar anlatılmıyor? Birleşmiş Milletlerin soykırım tanımı, yaşananlarla ne kadar örtüşüyor? "Aydın" olduğunu idda edenler neden soykırımı tanımakla her şeyin hallolacağını zannediyor? Yoksa tazminat ve toprak tartışmaları, tanımanın arkasında mı bekletiliyor? Ve en önemlisi neden "ben" özür diliyorum? "Ben" ne yaptım bu insanlara da geçmişte yaşananların sorumluluğunu omuzlarımda hissetmek zorunda bırakılıyorum? Neden?
Eğer mesele geçmişle yüzleşmekse; bilinmeli ki hiçbir aklı başında Türk 90 yıl önce yaşananlarla gurur duymaz. Çünkü karşılıklı büyük acılar yaşanmıştır, katliamlar yapılmıştır. Keşke olmasa deme imkanımız vardır ama olanı değiştirme şansımız yoktur, Marx'ın da dediği gibi "tarihte olan her şey öyle olması gerektiği için ve başka türlü olamayacağı için olmuştur", insanlık tarihine geçmişte olduğu gibi bugün de kara lekeler sürülmektedir, yarın da sürülecektir. Ama bu yaşanan acılar üzerinden rant sağlamak, büyük hesaplar içerisinde bu ülkenin çıkarlarına ambargo koymak, yaratacağı sonuçlar bakımından geçmişte yapılan hatalardan daha az yıkıcı olmayacaktır.

Yorumlu


İ.Melih Gökçeğ'in AKP Çankaya Belediye Başkanlığı aday adayı oğlu Osman Gökçeğ'in kişisel web sitesinde halka hitabından alıntıdır. Parantez içi yazılar şahsi yorumlarımı içermektedir.


Değerli Misafirler;
Gençlik yedi harfin bir araya gelip de oluşturabileceği belki de en anlamlı kelimedir(doğrudur nitekim "altgeçit" "üst geçit", "kömür", "plastik top" 7 harften oluşmaz ama bir dakika 7 harfli çok anlamlı bir kelime buldum, hani baban sanat için söylemişti zamanında, tü-kü-rük).Gençlik aşk demektir(neye karşı? kime karşı? bu aşk cinsellik içerir mi? eğer öyleyse bu AKP'nin muhafazakar çizgisiyle çatışır mı?), gençlik sevda demektir(sevda-aşk bu olaylara fazla girilmiş gibi geldi bana. sen de var bir sıkıntı ama dur bakalım), gençlik adeta damarlarındaki kanın kaynamasını hissedebileceğiniz önemli bir zaman diliminin temsilcisidir.(haaa şimdi yukarı da demek istediklerini anladım, yalnız o kanın kaynaması olarak zannettiğin olay testislerin aşırı testesteron salgılamasındandır ve gençlik değil ergenlik döneminde gerçekleşen bir olgudur, tabi bu süreç olması gerekenden uzun sürdüğü takdirde halk arasında "abazanlık" olarak tabir edilen evreye geçilmiş olur) Gençlik tazelik demektir(aynı mantıkla yaşlılık çürüklük müdür? Bu durumda siyaset yapan AKP'li amcalarına ayıp olmaz mı?), örneğin elmayı ağaçtan kopardığınız andaki lezzeti ne kadar iyi ise yaşanan o süreçte o kadar lezzetlidir(elmada kütür kütürmüş abi valla, bir de şeftali vardır sulu sulu) . Gençlik korkusuzluk demektir sanki bütün dünya üzerine gelse yinede onu devirmek için kendinde sonsuz gücü hissettiğin andır(aman yavaş devir kam.. pardon dünyayı Osman'ım yiğidim). Ülkenin umudur gençlik(herhalde burası umududur olacaktı ama zarar yok zira o kadarcık kusur belediye başkanı oğlunda da olur).Türk gençliği Ay yıldızlı bayrağımızı hiç bırakmadan, göklerde dalgalanması için canını hiç düşünmeden verendir(Kimileri bizler gibi G.Doğuda yapar askerliğini, kimileri de batı da sahile yakın yerlerde.Bu arada ay a sını büyük harfle yazarak milliyetçi duygulara kırptığın göz dikkatten kaçmadı). Türk gençliği kalbinin üzerinde ay yıldız mührünü taşıyandır(Belinde samuray kılıcı da taşıyabilir mi, hatta bunu savunmasız insanlara saldırmak için de kullanabilir mi Osman? Bir de demin büyük harfle yazdığın ay yıldızı, burada küçük harfle yazmışsın, canın saolsun). Bugüne kadar gençlik birilerinin elinde kullanılıp atılan bir eşya muamelesi görmüştür (O kadar övdün gençleri, şimdi de mal muamelesi yapıyorsun yakıştı mı sana Osman?) .İhtiyaç duyulunca tutunulan, işi bitince kırılan bir dal misali kullanılmıştır (Valla seni bilemem ama şahsım adıma konuşmam gerekirse bugüne kadar kimse dalımdan tutup kırmayı başaramamıştır) buna dur demek istiyoruz(ben de, "dur"un ulan kimse kırmasın Osman'ın dalını!). İstiyoruz ki gençler söz sahibi olsun, kimileri siyasette, kimileri özel sektörde en üst makamlarda bulunsunlar(tutan mı var koyarsın adaylığını halk beğenirse seçer seni, sahi özel sektör dersen zaten işe girmek için genç olmak şart ama sen ille de üst düzey makam istiyorsan belediyenin bir şirketi senin için uygun olmaz mıydı?) .Bizler bu söylediklerimizi hiçbir zaman imkansız olarak görmedik(ben de diyorum ya koy bağımsız adaylığını Ufuk Uras ağabeyini örnek al). Sadece zamana ihtiyacımızın olduğunu(e zaman geçtikçe yaşlanmıyor musun, tazeliğini kaybetmiyor musun? bu ne yaman çelişki bre Osman?) ve çok çalışmamız gerektiğinin farkındayız( Allah kolaylık versin). Gençler enerjilerini doğru yerlere kanalize edebilirlerse inanın ki bu ülkede hiç kimse gençleri kötü yönlere çekmekte başarılı olamayacaktır (Ah bir de baban şu bent deresi genelevini kapatabilseydi, o kötü yönlerden biri eksik olurdu, ama enerjiyi kanalize etme noktasında sorun yaşanabilirdi malum arz fazlası oluşma ihtimali falan).Bizler unutulan gençliğin umudu olmak için mücadele veriyoruz (Yaşa!). Sizlerinde bu mücadelede olmanızı canı gönülden arzu ediyorum(Yok kardeş biz almayalım).Unutmayınız ki (neyi?)
“ BU GENÇLİK TARİH YAZACAK ” (HEEEEEYT! Tutmayın küçük enişteyi!)

Ellerine sağlık!



Ah bir de tutturabilseydin keşke...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Kimliğinizi görebilir miyim?

İstanbul'da son yaşanan, polis kılığındaki eşkiyaların pavyon basarak içeride çalışan bir kadını saçlarından sürükleyerek kaçırıp, tecavüze etmesinden sonra, İstanbul emniyet müdürü Celalettin Cerrah'tan açıklama geldi "Polise kimlik sorun". Şehrin göbeğinde polis kılığında insanların dolaşmasını polisin nasıl engelleyemediğini madem sayın emniyet müdürü geçiyor, ben de geçiyorum. Peki sayın müdür, polis neden kendiliğinden kimlik göstermiyor? Bunu ben bizzat yaşadım, 2002 yılında gece vakti boş bir sokakta arabamda kız arkadaşımla otururken, biri cama vurdu, dönüp baktığımda, sakallı bir adam gördüm, heyecanla kontağı çalıştırıp gaza basıp kaçacaktım ki, sakallı adam silahını kafama doğrultmuş. Korkudan altıma edecek halde "Ne yapıyorsun" dediğim de, "polis, kontağı kapa" dedi. Biri kafana silah dayamışken insanın aklına gelir mi kimlik sormak, meğer arabada iki genç olması silahla durdurma sebebi olabilirmiş. Biraz gerçekçi olalım, bu ülkede kaç kişi polise kimlik sorma cesareti gösterebilir? Diyelim gösterildi, kaçı cevap olarak "buyrun kimliğim" cevabını alır, kaçına "kimlik mi,sen gel bakalım şöyle" denir. Kişisel olarak şunu söyleyeyim,o yaşadığım olaydan sonra, eğer emniyet teşkilatında üst düzey tanıdığım yoksa sormam, paşa paşa ne isterlerse yaparım, çünkü aksi durumda başıma ne geleceğini bilemem ve ben bu korkuyla hareket ediyorsam, bunun sorumlusu benim korkaklığım değil, "polis" imajını yerlerde sürünmesini engelleyemen, polise doğru dürüst eğitim vermyen sizlersiniz.

2 Aralık 2008 Salı

Salaklar Sofrası


Ülkede ki futbol yorumcularının %90'ı kara cahil, akılsız ve fanatik olduğu için doğru dürüst futbol analizleri yapılacağına, böyle gerizekalı tartışmaları izlemek zorunda bırakılıyoruz. Neymiş "9 kişi kalan takıma karşı top sektirilir miymiş?" Öncelikle Galatasaray'lı değilim, ayrıca Lincoln'ü istikrarsız olduğu için pek tutmam ama adamın yaptığında ne var? Hani futbol bir "temaşaa" oyunuydu? Göze hoş gelen hareketler bu oyunun seyir zevkini arttırmıyor muydu? Size ne adam isterse ayakla top sektirir, isterse kalçasıyla pas verir, rakip takım da ille kötü bir ad takılacaksa bu "laubaliliği" değerlendirmeye çalışır, topu kapabilirse kapar ve gol atmaya çalışır. Ama yok! Peki ne var? Her zaman ki gibi linç kültürü var. Biri fitili bir yerden yaktı mı, gündeme dair yazacak bir şey bulamayan cahil takımının mal bulmuş mağribi gibi saldırması söz konusu olan. Hayır madem o kadar "fair play"cisiniz, dört hafta önce Servet'le Arda Trabzon maçında elle atılan gol sonrası birbirlerine sırıtarak "çaktırma sakın" derken neredeydiniz? Lincoln için yazılanların yarısını yazdınız mı? Son sözüm de looser Erdoğan Arıca'ya; sen ki bu ülkenin görüp görebileceği en başarısız teknik direktörsün, sırf birilerinin adamı olduğun için bu sektörden dünya kadar kazanıyorsun, hangi cesaretle çıkıp adam kovalıyorsun! Sen önce geçen yıl taş gibi top oynayıp bu sene sürünen takımına doğru dürüst top oynatsana! Bir de utanmadan adama "Metalist maçında neden yapmadın bu hareketleri" diye sormuşsun, e o zaman sormazlar mı adama, "madem sana yapılanı hakaret olarak algılıyorsun, niye başkalarına da yapılmasını istiyorsun" diye?

Aisha


Çok iddalı olabilir ama bu piyasadaki en güzel üç kadından biridir benim için.Kıçıkırık dizilerde oynamak varken, kimsenin kolay kolay cesaret edemeyeceği bir tarzda müzik yaptı. İnsanlar sözleriyle dalga geçse de "Kırıcan mı belimi" oldukça sağlam bir çalışmaydı, son albümü "Sustuysam" da oldukça başarılı. Ama maalesef doğru işi, yanlış ülkede yapmaya çalışıyor. Bizim "sosyete"de anca Demet Akalın'lar tutar, ama olsun biz yine de Ayşe Hatun'u dinlemeye devam ediyoruz...

1 Aralık 2008 Pazartesi

Tüy de ister misin Habertürk?


Şoku bir saat önce haftasonu maç yorumlarını dinlemek için açtığım Habertürk'te yaşadım. Futbol kulübünü her zaman ki gibi Okay Karacan sunuyordu, ama o da ne! Yorumcu koltuğunda Mehmet Demirkol ve Uğur Meleke yerine; Bedri Baykam'la, Altan Erkekli oturuyor. Yanlış anlaşılmasın bu iki sanatçıyla ilgili olumsuz herhangi kötü bir düşüncem yok ama elinde Türkiye'nin Rıdvan Dilmen'le beraber en iyi iki yorumcusu varken, bu yapılan işin anlamsızlığı açık. Hayır yine milleti Hıncal'la Haşmet'e mecbur ettiniz ya, ona yanıyorum.

6 milyon yeni seçmen ve Tarhan Erdem


Gözümüz aydın, geçen yıl DİE verilerine göre nüfusu düşen ülkemizde mart 2009 seçimlerinde 6 milyon yeni seçmen oy kullanacak. Birileri göz göre göre bu ülkenin insanlarıyla dalga geçiyor ve çıkan sonuçlar demokrasinin tecellisi olarak nitelendiriliyor. Elbette bunun yutturulması tek aşamadan oluşmuyor. Hatırlayacaksınız, temmuz 2007 seçimleri öncesi tüm araştırmalar AKP yi birinci olarak gösteriyordu, bu zaten büyük bir sürpriz değildi, nitekim sokağı az çok bilen sıradan biri dahi bunu öngerebilirdi. Genel merak konusu ise AKP'nin bir önceki seçimde aldığı %34 lük oy oranını koruyup koruyamayacağı idi. AKP'yi birinci parti gösteren tüm anketlerde oy oranı 30 ile 38 arasında çıkarken, sadece Tarhan Erdem'in anketinde iktidarın oyu %47 gösteriliyordu. Peki Tarhan Erdem nasıl bu kadar isabetli bir nokta atışı yapabilmişti ve dahası bundan önceki araştırma sonuçlarında bu kadar başarılı olabilmiş miydi? Bu sorunun cevabını için 2004 yerel seçimlerine dönelim; Ankara'da 3 aday var, biri İ.Melih Gökçek, diğeri Murat Karayalçın üçüncü aday ise CHP'li Yılmaz Ateş. İ.Melih Gökçek karşıtlarının tek istediği solun tek aday çıkarması, Karayalçın "geride olan öndekini desteklesin" diyor, bu ortamda Tarhan Erdem, seçime bir hafta kala üç adayın alacağı oyu açıkladı. Gökçek %54 Karayalçın %11 Ateş %11. Dikkat edin bir önceki seçim Gökçek %35 Karayalçın %34.5 Taşdelen ise %11 oy almış. Şimdi siz kararsız bir seçmen olsanız bu sonuçlar karşısında ne düşünürdünüz, iki adayın oyu eşit ve rakipleri, kendi toplam oylarının iki katından fazla oya sahip. Farkeder mi Karayalçın'a ya da Ateş'e oy vermek. Hatta sıcak evinden kalkıp saatlerce sıra bekleyip oy vermeye değer mi?Peki seçimde ne oldu? Evet Gökçek aynen Erdem'in dediği gibi %54 oy aldı ama Karayalçın %21, Ateş ise %11. Unutmadan hatırlatayım, anketlerde hata payı -+%3 tür. Dahası seçimde oy vermeyen Ankara'da ki seçmen sayısı ne kadardı? 600 bin (Melih Gökçeğin güçlü olduğu yerlerde katılım %100 e yakındı)! Şimdi 2004 seçimleri ışığında 2007 seçimlerine bakalım Tarhan Erdemin iktidarın oyu tahmini tam isabet ama o da ne, MHP İzmir ikinci bölge adayı Füsun Koroğlu kılpayı kaybettiği seçimlere itiraz etmek istiyor, ama sonuçlar hemen kesinleştiği için itirazı dikkate alınmıyor. Koroğlu yılmıyor, bölgesinde ki bir mahalledeki sandık tutananaklarıyla, YSK tutanaklarını karşılaştırıyor, sadece bir mahallede CHP'ye 1550, MHP'ye 900 oy az yazılırken, AKP'ye 1000 oy fazla yazılmış. 22 temmuzu hiç unutmuyorum, saat 6 dahi olmamıştı ki power fm de ilk sonuçlara göre AKP'nin %52 ile seçimleri kazandığı anons ediliyordu. E bir dakika eskiden seçim yasakları falan olurdu, sonuçları ilk TRT açıklardı. Neler oluyordu?
ABD'de dahi sonuçların kesinleşmesi 3 günden fazla süre alırken, ülkemizde 6 saatten az bir sürede seçim sonuçları kesinleşmişti. 40 milyona yakın oyu saymak bu kadar kolay mıydı? Öyle ya tek bir sandıktaki oyları sayıp toplamak bile bir saate yakın zaman almaktaydı. Peki niye Yunanistan bir önceki seçimler öncesi Türkiye'de oy sayımını bilgisayar ortamına aktaran şirketle olan anlaşmasını tek taraflı fesh etmişti? Tüm bunlar tesadüf müydü? O gün AKP %35-38 arası bir oy almış ve diğer iki partinin oyları biraz daha yüksek olsaydı, bugün ki meclis çok farklı bir sayısal yapıya sahip olacaktı, bu unutulmamalı.
Not; Koroğlu'nun hukuk mücadelesi devam etmekte, dosya şu an Danıştay'da.

29 Kasım 2008 Cumartesi

27 Kasım 2008 Perşembe

Sol ve din



CHP'nin türbanlı ve çarşaflı kesime yönelik açılımı büyük bir tartışma yarattı. Şahsi fikrim, önümüzdeki seçim CHP'nin oyu artsa dahi bunun türbanlı kesime açılan kucak nedeniyle olmayacağı yönünde. Bunun en büyük sebebi, muhafazakar kesimin CHP'den önce kendilerini ifade edebilecekleri dört partinin olması(AKP,MHP,DP,BBP) Bugün solun yükselişte olduğu, hatta zirve yaptığı latin amerika ülkelerine baktığımızda, solun kiliseyle olan ilişkilerini sıkı tuttuğunu görmek mümkün. Yalnız orada dinin algılanışının toplumun bütün katmanlarında neredeyse aynı olduğundan insanların hayatı üzerindeki etkilerinin, burada ki gibi çatışmaya yol açmadığını da unutmamak lazım. Dolayısıyla latin amerika'daki solun işi bizdeki sol partilerden daha kolay. Ülkemizde olayın bir de tarikat yönü var. Her ne kadar gerici, şeriatçı vs. olarak nitelendirilse nitelendirilsin, tarikatların toplum üzerindeki etkilerini tartışmak anlamsız. Hele ki günümüz yaşam koşullarında özellikle alt gelir gurupları için artık bir sosyalleşme aracı haline gelmişlerse. Bu gerçeği görmezden gelerek siyaset yapmakla bir sonuca ulaşılamayacağı açık. Öte yandan tanzimat fermanından beri yüzünü batı uygarlığına dönmüş ve bunu ağır aksak yapmaya çalışsa da halkı müslüman olan ülkeler arasında en çok başarabilmiş ülkemizin aynı yönde devam etmesini isteyen siyasetçilerinin, bu ilerlemeyi tarikatlara yönelik siyasetle gerçekleştirebilmesi gerçekten ustalık isteyen bir iş. Ama CHP'nin bunu fazla kafaya takmasına gerek yok, ne de olsa kendileri sol bir parti olmadığı için bıraksınlar bu siyasetin nasıl yürütüleceğini ÖDP, SHP, EMEP, Komünist Parti gibiler düşünsün.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Liderlik



Kim ne derse desin Osman Pamukoğlu, bu ülke için canı pahasına savaşmış kahramanlardan biridir. 90'lı yıllarda G.Doğu'da bulunmuş herhangi bir askerle konuşun, size Osman Pamukoğlu'nun nasıl bir efsane olduğunu anlatacaktır. Bu ülke kendisine ve onun yönetimindeki askerlere çok şey borçludur.

Osman Pamukoğlu, özellikle "kan uykusu" belgeseli sonrası artan popülerliğini, siyasette değerlendirme kararı aldı. Ülkedeki mevcut siyasi yapıdan memnun olmayan Pamukoğlu, Hak ve Eşitlik Partisini kurdu. Osman Pamukoğlu ile ilgili olumlu görüşlerimden sonra eleştirmek istediğim konular da bununla ilgili. Esasında mesele Pamukoğlu'nun parti kurması değil, mesele ülkedeki siyasetin yürütülme ve algılanış biçimi. Maalesef doğu toplumlarına özgü, fikirden ziyade lider portresinin öne çıktığı bir ülkede yaşadığımızdan, toplumda sivrilen isimler hemen yeni bir oluşumun önderliğine soyunuyorlar. Batı toplumlarında ise durum tam tersi, bir partinin lideri olabilmek için o oluşum içinde yıllarca çalışmak ve sorunlara karşı üretilen çözümler sırasında öne çıkmak gerekiyor, pop kültürü bazında bir popülerlik geçer akçe değil. Tony Blair İşçi Partisi başkanı olmadan önce dış dünyada tanınıyor muydu? Ya da gelecek seçimlerde Başbakan olmasına kesin gözle bakılan Muhafazakar Parti lideri David Cameroon'un adını "popülerlik" bağlamında kaç kişi biliyor? Bunu iki tane kadın programına çıkıp, oradan aldığı gazla parti kuran Yaşar Nuri hoca gibiler yapınca komik oluyor da, demin de dediğim gibi, ülkeye gerçekten kendini adamış kişiler yaptığında insan üzülüyor. Sakın yanlış anlaşılmasın itiraz ettiğim konu, Pamukoğlu gibilerin aktif siyasetten uzak durmaları değil, kendilerini bir kurtarıcı figür olarak topluma sunmaları. Pamukoğlu'nun parti başkanı olduktan sonra çıktığı tv programlarına bakın, üzerinde durduğu tek konu terörün sona erdirilmesi ve idam cezasının geri getirilmesi. Elbette bu biraz da ülkenin gündeminin bir numaralı maddesinin bu olması ve kendisine yöneltilen soruların bu eksende sorulması, ve yine kendisi bir şekilde başa geçerse terörle silahlı mücadele konusunda başaralı olabilir, ama Türkiye'nin tek sorunu terör müdür? Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, dış ilişkiler, diyanet vs... gibi konuları Pamukoğlu tek başına halledebilir mi? Bu gibi konuları hiç bir lider tek başına halledemez, onun için de bir ekip kurar, ama Pamukoğlu'na ve partisine baktığımız zaman tek gördüğümüz bir tek adam portresi. Benim düşüncem, Pamukoğlu gibi değerli isimlerin uzmanlıklarından, ülkede köklü siyasi partilerin içinde faydalanılması. Bu sayede uzmanlık alanında maksimum verim alınacağı gibi, uzmanlık dışı alanlardaki başarısızlığın önüne geçilir.Yunanistan'ın ünlü sanatçısı Theodorakis'in kültür bakanı, Colin Powell'ın dışişleri bakanı olması gibi, Osman Pamukoğlu'da kendine yakın bulduğu siyasi hareketin içerisinde yer alıp, o parti iktidara geldiğinde içişleri bakanı olabilir. Buna karşın Osman Pamukoğlu, "başka partilerde elimi kolumu bağlarlar o yüzden parti kuruyorum" diyorsa, o zaman zaten iş işten geçmiştir, zira bu durumda kendi eli kolu da o farketmese de bağlı olacaktır.

25 Kasım 2008 Salı

Ralph Nader

" Amerika'daki aklıbaşında insan sayısı onun aldığı oy kadardır" der bazıları Nader için. Siyasetçi olarak çok farklı bir profil çizmektedir. Hiçbir başkan adayının söylemeye cesaret edemediği şeyleri söyler. Büyük şirketlerin bağışlarını kabul etmez, dahası tüketiciler lehine bir çok dava kazanmıştır.İsrail-Filistin sorununda, Filistinliler'in haklarını, mantık sınırları çerçevesinde, radikallikten uzak bir biçimde savunur(demek istediğim yahudi düşmanı değildir). Buna karşın, zamanında(92 ve 96 seçimleri) Ross Perot denilen Texas'lı çılgın başkan adayını dahi seçim münazaralarına, Cumhuriyetçi ve Demokrat adaylarla birlikte çağıran tv kuruluşları sözkonusu Nader olunca ona sıkı bir sansür uygulamışlardır, öyle ki buna isyan eden Nader, canlı yayın sırasında münazarının yapıldığı salona girmeye çalışmış, kendisini içeri almayan görevlilerle tartışınca zorla dışarı çıkartılmıştı. 2000 yılında kendisine""başkan olursanız ilk ne yapacaksınız?" diye sorulduğunda, yanıtı "ilk olarak yolcu uçaklarındaki koltuk aralıklarının genişletilmesini sağlayacağım. Biliyorum bu varolan diğer sorunların yanında önemsiz gibi gözükebilir ama aynı zamanda çözülmesi de en kolay sorunlardan biri. Boy ortalaması erkeklerde 1,80 kadınlarda ise 1,65'in üzerinde olan bir toplumda ticari taşımacılık yapan şirketlerin tüketicilerin anatomik yapılarına uygun hizmet vermesi gerekir" olmuştu. Böyle laflar eden adamı elbette münazaralara çıkarmazlar, milyarlarca dolarlık şirketlerin kahvaltı menüsünden bir adet zeytin eksilterek 40 bin dolarlık maliyet düşürmekle övündüğü ekonomiden bahsediyoruz. Yine de tüm kısıtlamalara karşın; dürüstlüğü, mütevaziliği, inandığı doğruları cesurca savunabilmesi sonucu, 2000 yılında ülkede hatırı sayılır bir popülarite kazanan Nader, Yeşiller Partisi adayı olarak girdiği seçimlerde oyların %2.74ünü alma başarısını göstermişti, ama bu Cumhuriyetçilere (George W.Bush) seçimi kazandırmıştı, çünkü Nader'a oy verenlerin çoğunuğu demokrat seçmenlerdi.Nietzche'nin söylediği rivayet edilen, pragmatizmin sloganı "cehenneme giden yol iyiniyet taşlarıyla döşelidir" sözü bazen ne kadar acı bir şekilde çıkıyor insanın karşısına...

hayal gücü

23.10.2008 tarihli zaman gazetesi'nde ergenekon davasının temsili resmi. Veli Küçüğü, Muzaffer Tekin'i falan anladık da, en sağdaki kişiyi bir türlü çıkaramadık. Acaba zaman gazetesi çizeri, örgüt lideri olarak tasvir edilen sarışın, mavi gözlü kişiyi kendi ve çalıştığı kurumun hayal gücüne göre mi resmetti? Nedir bu omurgasızlık ve korkaklık! Neden çıkıp cesurca söyleyemiyorsunuz inandıklarınızı? Zavallılığın tanımı bu olsa gerek...

zaman zaman


Milli Takım'ı 'laikçi golcü' kurtarır! Tamer KORKMAZ, Zaman yazarı
"Laikçi"lerin endişesi, İhsan DAĞI, Zaman yazarı
Yaratılış müzesi açıldı, "Darwinci"ler endişeli, Zaman başlığı
"Solcu"lar artık büyüseniz iyi olacak, Turan ALKAN, Zaman yazarı
Üniversitelerarası Kurul'u (ÜAK) olağanüstü toplayan "yasakçı" rektörler... Zaman haberi
Ve en meşhuru; "laik, ateist, agnostik, aczmendi müsveddeleri" Ali BULAÇ, Zaman Gazetesi yazarı (metallica konserine giden insanları tanımlarken)
Google'a göre zaman gazetesi internet sitesinde 663 kez laikçi kelimesi kullanılmış.

Kurtar Duruşu


Bursaspor Teknik Direktörü Güvenç Kurtar, 0-0 biten Beşiktaş maçında rakiplerine, ''Kurtar duruşu'' yaptıklarını belirterek, ''Bu dünyada hiçbir takımın uygulamadığı bir taktik. Beşiktaş bu yüzden fazla üzerimize gelemedi" dedi
Kurtar, düzenlediği basın toplantısında, maçın ardından özellikle ulusal basında, ''Tello ve Delgado kötüydü'' yönünde çıkan haberlere içerlediğini, kimsenin konuya Bursaspor'un orta alanda iyi oynadığına dair bakmadığını söyledi. Beşiktaş'ın ilk yarıda etkili görünmesine karşın maç boyunca net bir gol pozisyonunun bulunmadığını dile getiren Kurtar, ''Aksine bizim daha tehlikeli pozisyonlarımız vardı. Medya, olaya Beşiktaş penceresinden baktı. Delgado ve Tello'nun kötülüğünden bahsediliyor. Demek ki bizim orta sahamız iyi iş yapmış. Yusuf'u forvete verdik, Melo'yu orta sahaya çektik. Bu sayede Beşiktaş'ın orta kısmını kilitledik'' diye konuştu. ''Beşiktaş'a karşı 'Kurtar Duruşu' yaptık. Bu dünyada hiçbir takımın uygulamadığı bir taktik'' diyen Kurtar, şöyle devam etti: ''Duran toplarla bir şeyler yapmaya çalıştılar, kontrataklarla gelmeye çalıştılar. Biz de bunlara karşı önlemlerimizi almıştık. 'Kurtar duruşu' yapıyoruz biz, daha önce söylemiştim. Dünyada hiçbir takımın yapmadığı taktik. Bu yüzden fazla üzerimize gelemediler. Önemli olan gol yememek.
Kurtar bu sözleri söyledikten sonra takımıyla çıktığı ilk maçta 4 gol yedi. Gollerin ikisi duran toplardan geldi.
(teşekkürler Uygar)

24 Kasım 2008 Pazartesi

What if...


Hiç halam olmadığı için, onun bazı transplantasyonlar neticesinde yine olmayan amcama dönüşme ihtimalini pek kafama takmadım. Yine de bazen düşünüyorum, ya 2000 yılında ki başkanlık seçimlerini Demokrat aday Al Gore kazansaydı, bugün dünya nasıl olurdu? Bunu en son birkaç hafta önce eski başkan Clinton'un yaptığı bir söyleşide küresel ekonomik kriz için söyledikleri sırasında düşündüm.
Clinton eğer 2000 yılındaki seçimlerde Gore başkan seçilseydi, dünyada o dönem oluşan likidite fazlasının bugünkü gibi, dev şirketlerin açgözlü CEO'larının emrine değil, yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesine ayrılacağını, dolayısıyla bugün insanların güneş, rüzgar gibi doğal kaynaklardan daha fazla faydalanabileceğini, bu sayede hem krizin etkisinin daha az olacağını hem de dünyanın daha yaşanabilir bir yer olacağını söylemişti.
Clinton yalan söylemiyordu, Gore çevre konusunda gelmiş geçmiş en hassas liderlerden biriydi. Bir an için düşünüyorum, Florida'da kumpas yapılmamış ve Gore başkan seçilmiş olsaydı...Belki şu an üzerinde güneş panelleri takılı olan arabam bir depo benzinle 5000 km yapabilecekti.Ama kafama takılan bir soru var, o da yukarı resimde Gore'un arkasındaki sarı saçlı, yaşlı adam. Senatör Joe Lieberman. 2000 seçimlerinde Gore'un başkan yardımcısı adayıydı. Halk tarafından yeterince muhafazakar olarak algılanmayan Gore'un, bunu dengelemek için yaptığı hamleydi Liberman'ın başkan yardımcısı adaylığı. Ama kantarın topuzu kaçmıştı, seçimlerden sonra Senatör Liberman, Bush'a Irak savaşı için açık destek verdi, dahası son seçimlerde oyunu bir demokrat olarak Obama yerine, Cumhuriyetçi McCain'den yana kullanacağını belirtti.
İşte kafama takılan soru bu. 2000'de Gore başkan olsaydı, Liberman başkan yardımcısı olacaktı. Kendisi ancak başkan istifa ederse ya da ölmesi durumunda başkan olabilecekti. Gore'un Irak'a girmeye niyeti olmadığını herkes biliyordu. Acaba diyorum, Gore seçimi kaybettiği için sevinmeli miydi? Öyle ya ille Irak'a girilecekse bu ancak Liberman'ın başkan olabilmesiyle mümkün olacaktı.

Sorun...


Meseleyi tanımlamak dahi sizi bir kampa sokuyor. Ülkede yaşananları "Güneydoğu sorunu" olarak adlandıranlar; milliyetçi, faşist,ulusalcı, statükocu, "Kürt sorunu" olarak nitelendirenler; ise liberal, demokrat, vatan haini olarak fişlenmenize yetiyor. Sanırım biz bu sorunu daha ele alırken ilk yanlışı yapıyoruz, en önemli şeyi unutuyoruz. Daha önce "Nailin Pailin ve Türk Demokrasisi" yazımda belirttim demokrasi kültürümüz yok. Ama burada konu biraz farklı.
Bir ülkenin dünya üzerinde söz sahibi olması, için iki şeye ihtiyacı vardır. Üretim ve enerjiye dönüştürülebilen doğal kaynaklar. Bu ülke üretmiyor, toprağındaki doğal kaynaklar ise yeterince verimli kullanılamıyor.
Olması gerekeni değil, olacak olanı söylüyorum. ABD, AB, Rusya,İran ve Çin'in çıkarlarını ilgilendiren bir sorunu üretmeyen, dolayısıyla ekonomik güce sahip olmayan bir ülke, kürtlerin ihtiyaçlarına yönelik atılımları, milli sınırlar ve üniter devlet ilkesinden ödün vermeden gerçekleştiremez. Eğer AB nin bizden istediği istenen açılımlar gerçekleştirilirse, sonuç er ya da bağımsız bir kürt devleti olacaktır. Çünkü plan önceden yapılmıştır ve bu ülke kendi kendini baltalayarak, yani üretmeyerek ekonomik olarak gelmesi gerekn noktadan çok uzaktadır.
Öte yandan süregelen politikalarla da terörün her geçen gün daha çok cana mal olacağı açıktır. Bu meselede ülkeyi bu hale getiren herkesin sorumluluğu vardır.
Devlet hala güneydoğudaki bir çok noktada halka "ben burdayım" diyememektedir, daha sonra karakol baskınlarında emekli generaller çıkıp, sade vatandaşı suçlamaktadır "baskını biliyordunuz niye ihbar etmediniz diye", PKK nın kucağına atılan insan, can güvenliği sağlanamıyorsa nasıl ihbar etsin olacakları?
Bir sözüm de DTP'ye! Daha ne istediğinizi bilmiyorsunuz, temsil ettğinizi iddia ettiğiniz insanlar feodal düzenin esiri olmuş, kadının zaten adı yok. Tüm bunlar ülkenin yeterince demokratik olmamasından mı? Sakın fakirlik falan demeyin. Ülkenin başka hangi yerinde vatandaşın kaçak elektrik kullanmasına göz yumuluyor, kızlarını okula gönderen ailelere 150 milyon yardım yapılıyor? Tüm sivil toplum kuruluşları topladıkları yardımları bölgeye akıtıyor. Şunu asla unutmayın, evet demokratik her devlette muhalefet olacaktır, ve evet insanlar etnik kökenlerinin kendilerini miras bıraktığı gelenekleri özgürce yaşayabilmeli ve sonra ki kuşaklara aktarabilmelidir, yalnız hiç bir devlet kendisi ve halkı için hayati sayılabilecek stratejik unsurlara aykırı muhalefete izin vermez. Politik doğruculuğu bırakalım, gerçekler ortada, geçmişe bakın,Amerika'da Kennedy'leri, Almanya'da Baader-Meinhof'u, İsveç'te Olaf Palme'yi, Avusturya'da Jörg Hayder'i unutmayın. Bu ülke, bazı konularda, dışarıya göstermek istediğinizden çok daha demokratik.

Gökçek'ten George W. taktikleri

Ankaralı'nın cinsel hayatı ile ilgili pek çok projesi olan ancak maalesef karşılaştığı engeller dolayısıyla bunları hayata geçiremeyen(bknız bent deresi genelevinin kapatılması) İ.Melih Gökçek seçimlere az bir zaman kala eşcinsel evliliğe kafayı takmış vaziyette. Ülkemizde zaten mümkün olmayan eşcinsel evliliği "rezalet" olarak niteleyen Gökçek konuşmasında, CHP'nin eşcinsel evliliğe bakışının dinsel özgürlüklere olan bakışı kadar sert olmadığını ima etmekte. Halkın hassas olduğu konular üzerinde populizm yapmaya devam eden Gökçek, Karayalçın'ı yine PKK ile ilişkilendirmekte (PKK ile kendisine buradan verdiğim cevap halen geçerlidir). Gökçeğin bu ucuz taktikleri bana 2004 yılında ki Amerikan başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin halka oynadıkları ucuz oyunu hatırlattı. Seçimlerin son haftasında demokrat aday Kerry'nin Bush'la başabaş gittiğini gören Cumhuriyetçiler, özellikle muhafazakar eyaletlerde, Bush tekrar başkan seçilirse eşcinsel evliliği kesinlikle onaylamayacağını söylediler. İşin komik yanı Amerika'da eşcinsel evlilik zaten yasal değil, sadece San Francisco gibi bazı şehirlerde, belediye başkanının eyalet yasasındaki boşulukları kullanarak verdiği izinle serbest.Dahası Kerry'nin de eşcinsel evliliklerin yasal hale gelmesi ile ilgili bir vaadi yoktu. Buna rağmen Cumhuriyetçiler, muhafazakar eyaletlerdeki "Johnny Sixpack"'leri eşcinsel evlilik oyunuyla kendilerine çekerek seçimi kazanmayı başarmışlardı. Umarım, Ankara'nın muhafazakar kesimi Gökçeğ'in PKK ve eşcinsellik oyununu yutmaz. Çünkü ne PKK Ankara'yı ele geçirebilir, ne de eşcinsel evlilik, ama arsenikli su kanser yapar.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Altyapıdan takibin önemi


Ann Hathaway... Hollywood'un son yıllardaki en parlak yıldızlarından. Kendisi benim için ayrı bir gurur vesilesi, nedeni de onu daha ilk televizyon deneyiminde keşfetmiş olmam. "Get Real"da henüz 17 yaşındayken, onu gördüğüm ilk sahnede "bu kız yıldız olur" demiştim. Saolsun mahcup etmedi. Aslında Ann Hathaway ilk keşfim değil, daha önce de Jessica Alba'yı keşfetmiştim. 14 yaşındaydı ve "Flipper"da oynuyordu. Ha "bu kızları buldun da bir faydasını gördün mü?" diye sorarsınız, cevabım tabi ki hayır. Başlık havada kaldı, ama olsun ben keşfettim ya... Hep maddi düşünmeyelim, maneviyat da önemli.

Soul Stuff


Türkiye'nin en iyi canlı müzik grubudur benim için. Hatta bazı parçaları orjinalinden daha iyi yorumlarlar(if i aint got you, mustang saly, namus belası ve hatta güllerin içinden) Dinlerken hayat daha bir güzel gelir insana. Hayal Kahvesine gitme zamanı gelmiş anlaşılan...

İşime dokunma tamam da...


Öyle olaylar oluyor ki, itiraz ettiğiniz zaman "geri kafalı-komunist" yaftası üzerinize yapışıyor. Ama isyan etmemek elde değil. Öncelikle şunu belirteyim, eğer dünyada ekonomik sistem kapitalizm olarak belirlenmişse, beğenseniz de beğenmeseniz de onun kuralları çerçevesinde hareket etmek zorundasınız. Birileri elbette kazanacak ve bu sistemin sonucu olarak birileri kaybedecek, önemli olan bu değil. Önemli olan devletin her bir vatandaşına eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetleri eksiksiz sunabilmesi. Ne olursa olsun bu ülkenin insanının karnı tok olmalı.
Malum kriz herkesi vurmayı başladı. İşten çıkarmalar başladı, ve bu ortamda "Genious" Mehmet Ali Birand yönetimindeki Kanal D haber "İşime dokunma" kampanyası başlattı. Eminim görmüşsünüzdür, kampanya iki koldan yürütülüyor. Bir yandan insanlar maillarla kriz için formüller sunuyorlar. Kanal D haber burada popülizmin dibine vuruyor, en çok bakanların makam araçlarının eleştirildiği mesajlar yayınlanıyor, hatta bir mailda bakanların işe bisikletle gidip gelmesi öneriliyordu( yumurtaya can veren allahım...), Mehmet Ali Birand hükümet açısından krizi "çözdükten" sonra, sıra işverene geliyor, Birand'ın patrona mesajı net "işçi çıkarmayın"! Ama kampanyada esas vurgulanan mesaj bundan sonra geliyor, peki kime? Tabi ki işçiye. "Zam falan istemeyin" gerekirse kriz boyunca daha az maaşa çalışın. Şu daha az maaşa çalışma olayına hep kafam takılmıştır, evet bu Avrupa ve Amerika'da da kriz zamanı uygulanmaktadır ve elbette işçi işini kaybetmemek için fedakarlıkta bulunmalıdır da, neden Avrupa ve Amerika'nın aksine ülkemizde patronlar ekonominin iyi gittiği zamanlar işçilerine şöyle okkalı zamlar yapmazlar ya da ekstra prim vermezlerde sadece enflasyon oranında ücrete zam yaparlar? İşveren risk alandır, elbette kardan aslan payını kendi alacaktır, ama krizde işçisinden fedakarlık bekliyorsa, refahta da hakkını vermelidir.

Allah ne verdiyse Türkiye!


4 kişilik bir aile düşünün. Bu ailenin evine giren aylık para 1000 YTL olsun, buna karşın aylık harcaması da 1250 YTL olsun. Son derece doğal olarak bu ailenin bir süre sonra borç batağı içine gireceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Elbette bu durumda anne ve baba masrafları azaltmak için bir takım önlemler alacaktır. Dışarı daha az çıkılacak, baba at yarışını bırakacak, anne artık eve temizlikçi almayacak, çocuklara belki daha az harçlık verilecek, marketlerdeki indirim günleri takip edilecek, üst baş outlet centerlardan alınacak vs. Peki sizce borç batağındaki baba, karısına "hanım bu gece seksi birşeyler giy, üçüncüyü yola koyuyoruz" der mi? Bir an için öyle olduğunu düşünelim, hatta dört, beş, altı olsun... Bu durumda ne olur? Altı çocuğun masraflarını çıkarmak için aile onları okutmak yerine para kazanmaları için küçük yaşta çalışmaya zorlar, çocuklar yaşları küçük olduğu ve çocuk işçi çalıştırmak yasak olduğu için mendil satar. Ama diyelim ki hükümet bir yasa çıkardı. Çocuk işçiliğin önünü işverenin vereceği cüzi bir miktar parayla(ceza) açtı, o zaman ne olur? O çocuklar mendil satmak yerine tamirhanelerde çalışır (hem de iş öğrenir değil mi efendim?) Her ailenin bu yola başvurduğunu düşünelim. Allah ne verdiyse "çalıştılar" ve paraya ihtiyacı olan milyonlar iş için işverenlerin kapısına yığıldı. İşveren, aç insanları istediği ücrete çalıştırabileceğinin farkında ama yasalar ellerini kollarını bağlıyor. O zaman bastırıyor hükümete, "Kardeşim ben istihdam yaratıyorum, ama masraflarım çok. Asgari ücretin tabanın düşürün, bir de şu kıdem tazminatı neden var? Herifleri hem besliyoruz, sonra da kıçına tekmeyi basarken para ödüyoruz. İnsaf!" Hükümet zaten yetişemiyor o kadar insana eğitim, sağlık vs. hizmeti götürmeye, ayrıca biliyor aç insan herşeye razı olur, "Hay hay" diyor işverene ve lehine yasalar bir bir geçiyor cılız muhalefet sesleri arasında meclisten. Sonra tüm yabancı yatırımcılar ülkeye akın ediyor, neden çünkü 150 milyoluk ülke bir anda "ucuz iş gücü cenneti" haline gelmiş.
Sen daha bu nüfusa adam gibi eğitim, sağlık hizmeti veremiyorsun, sonra kalkmış en az 3 çocuk diyorsun, gemicik ve ülker bayi sahibi mi olacak her yeni doğan sanıyorsun?
(çocuk işçilik yasası çıktı, kıdem tazminatını kırpma yasası mecliste, bir kaç seneye asgari ücreti de görürüz)

Doğalgaz zammı

Son bir yılda doğalgaza yapılan zam %80 i geçti. Elektrikteki artış da buna yakın.Peki bunun sebebi sadece dış etkenler mi, ya da İ.Melih Gökçeğin Botaş'a olan borcu mu? Gökçeğe olan en "kalbi" duygularımı aşağıda yazdım, gerçekten isterdim ki bu borç onun yüzünden olsun ki, seçimde ona oy kaybettirsin, ama malesef zammın nedeni bunlar değil. Zammın nedeni, artık ülkenin dış borçlarının faizini dahi ödeyememesi. Osmanlı tarihine bakın, borç ödenmediğinde toprak kaybedilmiştir. Doğal gaz zammı en azından borçların faizinin ödenmesi için gerekliydi, katlanmak şart, ama nereye kadar? Dahası ekonomi iyiye gidiyor yalan ve yüzsüzlüğü nereye kadar?
Viva la Eva!

Night Train

Birgün benim olacaksın...

Hypocrisy

"We will bring democracy to the people of Iraq" George W. Bush
"i don't see why we need to stand by and watch a country go communist due to the irresponsibility of its people. The issues are much too important for the Chilean voters to be left to decide for themselves." Henry Kissenger, Şili'de demokratik seçimle iktidara gelen Salvador Alende'nin, Augusto Pinochet darbesi sonucu öldürülmesinin ardından söyledikleri.

"Hayır" kurumu

"We are not a charitable organization!" Henry Kissenger'ın 1. Körfez savaşı sırasında, Amerika'nın Saddam'a karşı kışkırttığı Kürtler'e verdiği cevap. (İsyan çıkaran Kürtler bu cevabı, Saddam onlara karşılık olarak hardal gazı atması üzerine Amerika'dan yardım istediğinde almıştı)

21 Kasım 2008 Cuma

YOKUM!


Tamam elbette devlet şans oyunlarından para kazanacak ama İddaa'da yapılan insaf sınırlarını çoktan aştı. Öncelikle oyunu oynatan kurum özel teşebbüs, dolayısıyla oyunu oynatanın da bir riske girme gerekliliği olmalı. Elbette bu risk kağıt üzerinde mevcut ancak en az 3 maç oynama saçmalığı ve oranların düşüklüğü bu riski ortadan kaldırıyor, misal, yarın ki Köln-Hoffenheim maçında, Hoffenheim galibiyetine verilen oran iddaa da 1,90 ken sportingbette 2,25. Elbette İddaa yöneticilerinin mazereti hazır, o da devlete ödedenen payın yüksekliği. İyi de yurtdışındaki bahis kuruluşları vergi ödemiyor mu? Tabi ki ödüyor, dolayısıyla bu geçerli bir argüman değil. Zaten 3 maç kuralı konarak, bahisçinin şansı iyice azalmakta.
Bir diğer husus, bu işin tekel olarak yürütülmesi. Özel teşebbüsün tekel olmasına neden izin veriliyor? Neden başka şirketlerin piyasaya girmesi engelleniyor? Rekabet ortamında devletin kasasına giren para artmaz mı? Son olarak devlet neden internet üzerinden oynanan şans oyunlarına yasak getirdi, ülkenin parası dışarı kaçmasın diye. Peki o zaman neden İddaa'nın %51 i yabancıların?
Ne kadar kumar olarak adlandırılsa da, bu tip oyunlar ihtiyaçtan ortaya çıkıyor ve risk alan tüketicinin yani vatandaşın haklarını koruyacak önlemler alınmalı. İşe, tek maça bahis hakkı verilerek başlanabilir.

NUTS!

Tüm "şokella" sınıfı içerisinde nutellanın yeri herkes için ayrıdır. Sevmeyenini bugüne dek görmedim. Şu anda 350 gramlık kavanozun satış fiyatı 5YTL civarında. Bilindiği üzere bu tip ürünlerin olmazsa olmaz malzemesi fındık (ambalajda dahi vurgulanır). 350 gramlık Nutellanın %13 ü fındık içermekte bu da 44 grama tekabül ediyor. Dünya fındığının %75 i Türkiye'de üretilmekte, buna karşın bu ürünün asıl değerli haline gelmesi için gerekli işleme tesisi ülkemizde mevcut değil. Bunun üzerine bir de tüy diker gibi hükümet fındık üreticisine öngördüğü fiyat kiloda 4YTL. Devlet aldığı fındığı ham vaziyette yurt dışına ihraç ediyor.(zaten fındık borsası Hamburg'da) Basit bir hesapla içinde 120 gram işlenmiş fındığın bulunduğu nutella 15 YTL ise Nutella üreticisinin 1 kilo işlenmiş fındığa ödediği fiyat 30-40 YTL civarında. Fark bu kadar barizken, hükümet politikaları üreticiyi fındık ağaçlarını sökerek sahibi olduğu arsaları inşaata açmaya zorluyor. Biz de bunlar olurken, Portekizde çiftçi hükümet desteğiyle fındık ağacı aşılıyor. Hadi hükümet olarak yeni KİTler istemiyorsun, peki sana en yakın gruplardan olan çikolata devi Ülker'i neden zorlamıyorsun bir fındık işleme tesisi kurmaları için? Adamlar Godiva'yı alabiliyorlar, işleme tesisi mi kuramayacaklar? Sanırım fındığı sadece "aganigi naganigi" olarak algılayan zihniyetten çok şey bekliyorum...

20 Kasım 2008 Perşembe

Pleasantville

Az bilinen ama oyuncu kadrosu ve beklenmedik şekilde gelişen senaryosuyla çok güzel bir filmdir. DVD sini bulursanız kaçırmayın.

Son Samuraylar


Savunmasız bir aileye samuray kılıcıyla saldıran Ahmet ve Osman Gökçek mahkemeden çıkarken...

Kurtlar Vadisi Pussy

Kadiri tarikatının hükümete yanaşmasıyla, vadide esen rüzgar bir anda tersine döndü. Pana Film Kurtlar vadisi Irak'ta yerden yere vurduğu AKP'yi, yere göğe sığdıramıyor. Elbette bunu açık açık söylemiyorlar, ama, filmde verilen mesajlar net. İskender Büyük Ergenokon lideri, beyin takımında "hocam" dediği kişi Kemal Alemdaroğlu, "kumandan" ise Şener Eruygur. Geçen hafta ki bölümde öldürülen orgeneralle, rahmetli Eşref Bitlis'e de atıf yapılmış oldu. İlk yayınlandığı zamanlarda, karanlıkta kalan olaylar ve cinayetleri Soner Yalçın eşliğinde yorumlayan vadi, o zaman ki referansını kullanarak, henüz dava aşamasında olayları halka manipüle ederek anlatıyor. Maksat belli. Yemek isteyene afiyet olsun ama bizim bu yalanlara karnımız tok.
(yaşanmış bir olaydır) Can you make doggy st... I mean bag! Definetelly doggy bag!

Ayrımcılıktan en çok şikayet etme hakkına sahip gruptur Aleviler. Osmanlıdan beri, Atatürk dönemi hariç hep ezilmişlerdir. Ülkeye bir çok aydın kazandıran bu kesimin ritüelleri, kimi yobazların türlü iftiralarıyla sapıklıkla nitelendirilmiş, yetmemiş, Çorum, Maraş katliamlarıyla yok edilmek istenmiş, cayır cayır yakıldıkları otel, dalga geçer gibi, kebap salonuna dönüştürülmüştür( tarih kitaplarında madımak kebapçısına göz yumanlar nasıl adlandırılacak çok merak ediyorum) Buna rağmen Aleviler bu ülkeye bağlı bir şekilde yaşamaya devam etmekteler. Seslerini ve isteklerini, şiddete başvurmadan medeni bir şekilde duyurmaya çalışan bu insanların talepleri, ülkenin devlet bakanı tarafından "kabul edilemez" olarak nitelendirildi.
Peki nedir bu istekler,
1. Zorunlu din dersi kaldırılsın
2. Alevi köylerine cami yapılmasın
3. Diyanet işleri ya kaldırılsın, ya da cem evlerine de kaynak aktarsın.
Bu isteklerin neresi kabul edilemez. Tamamını alevilerin oluşturduğu bir köye cami kondurmanın mantığı nedir? Laik bir devletin, insanlara kendi öngördüğü mezhebi dikte etme hakkı nasıl olur.
Din dersi zaten ayrı bir konu, neden dinler tarihi değil de, sadece islam dini öğretiliyor? Onu da bıraktım, isteklerin kabul edilemez olduğunu söyleyen bakan, kendi çocuğuna zorunlu olarak hristiyanlık ya da yahudilik dersi verilmesini kabul eder miydi? Alevilerin talepleri arasında ülkenin stratejik çıkarlarına aykırı en ufak bir husus var mı? Bu haklar verilirse "Alevistan" falan mı kurulacağını sanıyorlar?
Nedir bu insanlara duyulan kin ve nefret! Sonra bir de utanmadan gidip oy isterler seçim zamanı. Gerçekten söyleyecek söz bulamıyorum!

Girl... Leave me alone with ma' blues...

Gökçeğin PKK ile mücadelesi


1. Melih Gökçek 2. George Bush 3. George W. Bush 4. RTE diye gider listem. Kendini Ankara'nın derebeyi sanan Gökçek, DTPnin "yerel seçimler için ortak sol adayları destekleyebiliriz" açıklaması üzerine, o bildik demogogluğuna, provakasyon da ekleyerek, aklınca milliyetçi duyguları sömürmek için, Karayalçın'ı kastederek Ankara'yı PKK'lılara teslim etmem açıklamasını yaptı. Siyasal geçmişine bakıldığında bir topaç gibi iktidarda hangi parti varsa ona yanaşan Gökçeğin, bir şekilde DTP iktidar olsa ne yapacağını kestirmek zor olmasa da ona sormak istediğim bir soru var; Sayın Gökçek, ben, sizin Ankara'nın başına gelen en büyük felaket olduğunuzu düşünüyorum. Bunun nedenleri, Ankara'nın arsenikli suyu, halen bitirilememiş çayyolu metrosu, katrilyonlarca lira harcanmış ve trafik sorununu çözememiş alt-üst geçitleri, japon genelevi tadında ışıklandırılmış zevksiz parklar ve şehrin plansız büyümesidir. Ayrıca oğullarınızın samuray kılıcıyla insanlara saldırması, yandaşlara verilen sınırsız ihaleler, o muhteşem tebessümünüzle insanların gözlerinin içine bakıp, "60 bin dolar param var" dedikten sonra aynı tebessümle "hatırımı kullandım" diyerek 1.5 milyon dolarlık villada yaşamanız, sırf Ankaragücünü ele geçiremediğiniz için Ankaraspora ANKARALININ milyonlarca dolar parasını akıtmanız ve bugün varolan sorunların kaynağı olarak hala Ankara'nın 15 yıl önceki yönetimi bahane etmeniz size olan nefretimi kat be kat arttırmaktadır. Şimdi ben tüm bunları saydıktan sonra ve askerliğini asteğmen olarak güneydoğuda yapmış bir türk genci olarak oyumu Murat Karayalçın'a veriyorsam, sen bana nasıl PKK'lı dersin...! Sen bana PKK'lı diyorsan, ben sana ne demeliyim? Yukarıda ki resime bak o hislerime tercümandır.

Taşlar yerinden oynamaya başladı

Akşam gazetesi genel yayın yönetmenliğine İsmail Küçükkaya'nın getirilmesiyle, çoktandır beklenen olay, artık gerçekleşecek gibi görünüyor. Fatih Altaylı'nın, Turgay Ciner'in çıkaracağı gazetenin başına geçeceği sır değildi. Bu gelişmeden sonra, diğer transferler de şekillenmeye başladı. Doğan grubundan ayrıldıktan sonra, Aydın Doğan'a etmedik laf bırakmayan Turgut'un, köşe yazarlığının devamı için tek adres Ciner grubu gibi gözüküyor (tabi Fatih Altaylı gibi bir karakterle aynı çatı altında çalışmak Turgut için zor olabilir) Genel kanı, Oray Eğin'in de Turgut'u takip edeceği yönünde. Şahsi fikrim bu transferlerden en büyük zararı Akşam gazetesinin göreceği yönünde. Benim de aralarında bulunduğum bir çok kişinin Akşam'ı okuma sebebi olan Turgut ve Eğin'in kaybı, Akşam'a çok kan kaybettirir. İsmail Küçükkaya'nın daha ilk yazısında "şarabın tadından anlamam ama haberin kokusundan anlarım" şeklinde ki sözleri, bana İbrahim Tatlıses'in 80 li yıllarda çekilmiş bir filmdeki repliğini hatırlattı. Sonradan aşık olacağı kızın, çılgın parti düzenlediği villaya bir vesileyle gelen Tatlıses, onunla kıro diye dalga geçen şımarık topluluğa, "ben size bir soru sorabilir miyim?" der "sor" cevabını aldıktan sonra gençlere "ekmeğin fiyatı kaç para?" diye sorar, kimse cevap veremez, İbo da şımarık gençleri g.t etmenin verdiği haklı gururla, villayı terkeder. Anladık İsmail'ciğim "ince zevklerim yok ama çalışkanım" diyorsun da, bunu gurur vesilesi olarak açıklamak niye? Akşam okurunun gariban edebiyatına prim vereceğini mi sanıyorsun?

19 Kasım 2008 Çarşamba

Satıyorum...Satıyorum...Saaaat-tım!









Resimler ilk başta alakasız görünse de, gerçek tam tersi. Yukarıda ki üç marka da kendi ülkelerinde devletin sahip olduğu markalar. Dünyaca bilinen Absolut votkaları İsveç devletinin, Hollanda'nın tüm büyük şehirlerinde varolan Casino Holland'ın sahibi de devlet. İşin daha dikkat çeken tarafı tüm dünyada olduğu gibi Hollanda'da da çok popüler olan Texas Hold'em sadece Casino Holland'da oynatılıyor, özel teşebbüslere ait kumarhanelerin krupiyeli oyun oynatma izni yok. Malum Renault'un %51 i Fransız devletinin. En altta da ülkenin varını yoğunu yabancılara babalar gibi satan lakin konu futbol olunca Eskişehir gibi belediyesine göz diktikleri illerin futbol takımlarına kamu iktisadi teşebbüsüymüş gibi kaynak aktaran Maliye bakanımız. Avrupa'lılar mı işi bilmiyor, yoksa biz mi çok akıllıyız?