13 Aralık 2011 Salı

Tekrar merhaba:)


9 ya da 10 yaşındaydım... ODTÜ yaz okulu etkinlikleri kapsamında ailemle Eymir Gölündeydik. Gün boyu çeşitli yarışmalar yapılmıştı. Basketbol maçları, çuvalla koşu, bir paket bisküvi yedikten sonra ıslık çalma... O zamanlar iyi basket oynayamazdım(topu karpuz sallayanlardandım, sonraları sharp shooter olduk o ayrı, tamam tamam abarttım:), hızlı da koşamazdım(hala öyle), ıslık da çalamazdım (en imrendiğim şeylerden biri, insanların parmaklarıyla fiyuuut diye ıslık çalabilmeleri) Gün boyu bir köşeden o yarışmaları izlerken, sıradan bir anons duydum "Yoğurt yeme yarışması için kayıtlar başlamıştır".
O an aklımdan tek geçen düşünce "ben bu yarışmayı kazanırım"dı. Daha önce hiç böylesi bir yarışmaya katılmış mıydım? Hayır. Hızlı yemek yer miydim? Yine hayır. Ama işte o nedenini bilemediğim temelsiz özgüvenle yarışmaya kayıt yaptırdım. Bir müddet sonra, benimle beraber diğer yarışmacıları, üzerinde 20 den fazla yoğurt dolu çanağın olduğu masaya çağırdılar. Ellerimizi ve gözlerimizi bağlarlarken, diğer yarışmacılara şöyle bir baktım. Aradalarında koca koca adamlar olmasına rağmen, biliyordum yarışmayı kazanacağımı. Müsabaka "hakemi" herkesin ellerinin ve gözlerinin bağlı olduğundan emin olduktan sonra bir süre bekledi ve başla dedi.
Sesi duymamla birlikte kafamı tasa daldırdım ve ne var ne yoksa yedim. Bittiğine emin olduğumda "BİTTİ" diye bağırdım. Hakem oyunu durdurup yanıma geldi, tabağımı kontrol etti. bir gram dahi yoğurt kalmamıştı. Her tarafımdan yoğurt akan üstüme başıma dokunmadan elimi havaya kaldırdı ve "İŞTE KAZANAN" diye bağırdı. Hayatta kimsenin yardımı olmadan ilk başardığım şeydi o yarışma.

Biraz epik öğelerle süslediğim bu sıradan anımı niye mi anlattım? Şundan, o günden sonra hayatta başarabileceğime inandığım herşeyi başardım. Ne yazık ki bunlar sayı bakımından kısıtlı şeylerdi. Yani hayatta her el attığı şeyi başarabilen tiplerden olmadım. Dahası insanı hayatta diğer insanların gözünde "başarılı" kılan okul hayatı, spor, iş yaşamı gibi konuların arasında da "başarırım" dediğim şeyler pek yoktu. Peki ne oldu? İçeriğinin bana zerre fayda sağlamadığını düşündüğüm derslerin okutulduğu lisede hep vasat oldum. Belki bu benim bahanemdi, çünkü içeriği bana faydalı olacak olan üniversitede de pek parlak değildim. Sonra haksızı haklı gösterme hokkabazlığa dayalı mesleğimi de sevemedim. Ondan gelecek başarı beni madden tatmin ediyordu belki ama manevi olarak asla.

Yukarıda kapak resmini gördüğünüz kitabı yazmak nasıl aklıma geldi, o ilk satırları nasıl yazdım inanın hatırlamıyorum. Ama ben bu kitabı yazmayı başaracağımı "biliyordum". Bakın "iyi yazacağımı" biliyordum demiyorum. O konuda takdir okuyucuların. Ama bence güzel de oldu. Zira hiç bir insan evladına çirkin demez. 3 yılımı aldı "başarmak". Sürenin uzunluğuna bakıp sakın yazarken çok ıstırap falan çektiğimi düşünmeyin. Evet zorluydu ama kendi yarattığım dünyanın içine dalıp gitmek kadar güzeli yoktu.

Bu bloga ara vereli neredeyse bir buçuk yıl oldu. Çünkü kendime tamamen romanımı bitirmeye odaklayacağımın sözünü vermiştim. O sözü tuttum. Romanım basıldı, elbette ilk basım olması ve yayınevinin bence yeterli özeni göstermemesi nedeniyle başta imla hataları olmak üzere çeşitli noksanlıklar içermekte. 24 kasımdan beri basılı halde ama saolsun yayınevi hala satışa sunamadı bir türlü. Ama inanın bunların hiç biri umurumda değil. Artık ben bu dünyadan gittikten sonra dahi kemiklerim dışında kendimden kalacak "kalıcı" bir şey bırakabilmenin sevinci içindeyim. Bunları sizlerle de paylaşmak istedim. Umarım eğer vakit bulur da Güneş Tutulmasını okuyabilirseniz, siz de keyif alabilirsiniz.

Salamy aranıza geri döndü:)

Hiç yorum yok: