1 Haziran 2009 Pazartesi

Vaka-i Adliye

Urfa Ceylanpınar'da park etme kavgası yüzünden çıkan çatışmada 2 kişi ölmüş, ölenlerin yakınları da, öldürenlerin ev ve işyerlerini basıp yakıp yıkmış. NTV'nin birçoklarına göre afet bana göre ise güzel ama o kadar (yanlış anlaşılmasın ben de severim kendisini ama öyle kimileri gibi platonik bir aşk da beslemem) spikeri Banu Güven haberi sunarken "inanılmaz bir olay" nitelemesinde bulundu.

Gerçekten de dışarıdan bakan bir göz, basit bir park kavgası yüzünden 2 kişinin ölmesini "alışılmadık" ya da "dehşetengiz" olarak nitelendirebilir, ama o bölgede yaşamış olanlar için sıradandır bu tip olaylar.

Somut bir örnek vereyim, bendeniz askerliğimi g.doğu'da askerlik şubesi başkanı olarak yaptım. Görev yaptığım ilçede benden yüksek rütbeli sadece bir subay olduğundan o olmadığı zamanlar garnizon komutanlığını da ben devralıyordum. Görev yaptığım askerlik şubesi bir hanın 5. katında bulunmaktaydı, akşam mesai bittiğinde yukarıda ki terasa çıkıp mangal eşliğinde Nemrut manzarasına karşı bir iki tek atmakta hiç fena olmuyordu.(Dünyanın en güzel patlıcanlı kebabı orada yapılırdı, 75 kilo gittim 85 kilo döndüm o kadar söyleyeyim). Neyse yine yazın kavurucu sıcağında bir mesai daha bitmiş, ben işim bitmiş şubenin üstündeki terasa çıkmış, ayağımda kara kuvvetleri komutanlığı terliklerim, üstümde atletim, yakmış olduğum mangalın üzerinde etler ağır ağır pişerken, Nemrut manzarasına karşı aslan sütümden bir yudum alırken
içimden "oğlum salamy, önemli olan nerede olduğun değil, nasıl olduğundur" diye içimden geçirirken, birden ardı ardına patlayan silah sesleriyle irkildim.

Neler olduğunu ek anlayamamıştım, çünkü her ne kadar g.doğu'da olsam da görev bölgem de son yıllarda pek terör olayı yaşanmamıştı. Silah sesleri ardı ardına devam ederken alt katta bulunan çavuşum "komutanın jandarmadan arıyorlar" diyerek beni telefona çağırdı(Jandarma karakolu 20 metre ilerideydi). Arayan bir başçavuştu, çatışma çıktığını, bize takviye asker göndereceklerini, tüm askerlerin baskın durumuna geçmelerini söyledi. Neyse ben emrimdeki 8 askeri görev yerlerine gönderirken (bu arada askerlerimden biri 9 numara miyop, bir diğeriyse neredyse sağırdı) jandarmadan gelen aslan parçaları hemen binanın girişindeki yerlere mevzilenmişti.

Ama bir gariplik vardı, zira silah sesleri artmasına rağmen bize tek bir mermi dahi isabet etmemişti. Dört tarafı cam olan şubenin tek camı dahi kırılmamıştı. Biz askerlerle "teyakkuz halinde" bir süre bekledikten sonra silah sesleri sustu.

Biz elbette bekleyişimizi jandarmadan gelen telefona kadar sürdürdük, neden sonra onlar bize tehlike geçti dediler, ben teras katımdaki sefama geri döndüm. Tam mangalda yanmış etleri atıp, yenilerini dizmiştim ki, yine bir telefon geldi. Arayan emniyet amiriydi, "gelmeniz lazım" dedi, Jandarma yüzbaşısı görevli olarak operasyonda olduğundan garnizon komutanlığı bendeymiş, benim de orada olmam lazımmış.

Ben güzelim 2. parti etleri kaderlerine terkedip, emniyet müdürlüğüne gittiğimde karşımda türk filmlerinden bir sahneyle karşılaştım. Bizim amir tonton ama cevval komiser Hulusi Kentmen pozunda koltuğunda oturmuş, masanın karşısında sağ ve sola dizilmiş ve en öndekilerinin kafaları boydan boya sargılanmış iki grup(biri fırıncılar diğeri taksiciler), bir de odanın en köşesinde kızarmış burnuyla mahcubiyetinden önüne bakan kimseyle alakası olmayan bir tip.

"Anlatın ne oldu" diye sordu amir ve kafası sargılılardan biri söz aldı,

- Şimdi gomserim, biz taş oynuyorduk(taş dediği okey, oranın en popüler sporudur). Ben de cıft okey vardı dönüyordum(eliyle kendi gurubundan başı sargılı başka bir elemanı göstererek) aha bu hayvan da pat diye bitiverdi.(Türkçe meali adam çift okeyden birini atıp bitecekken eşi o kadar kaş göz yapmasına rağmen bitivermiş).
Ben ulan hayvan niye bittin ben de okey vardın dedim(bu sefer karşı fırıncı gruptan kafalı sargılı elemanı göstererek) bu şerefsiz bana o okey g.tüne girsin dedi. Ben de aldım altımdaki taburayi indirdim gafayına!

Bundan sonrasını ben anlatayım, gruptan biri diğerinin kafasına tabureyi indirince, diğer gruptan başka bir elemanda fırınlarından kaptığı odunla karşı tarafa dalmış ve iki kişinin kafasını yarmış, olaylar esnasında hemen yandaki tekel büfesinde mesaisini bitirip demlenmekte olan polis memuru da (mahçup kafası önde olan şahıs) asayişi sağlamak için havaya ateş açmış, açılan ateşi iki grupta "ahanda bunlar bize zıggiyi" şeklinde anlayınca kendi silahlarına davranmış ve ortalık savaş alanına dönmüş. Bilanço o kadar sıkılan mermiye karşılık 4 yaralı(biri ağırdı galiba).

Orada 9 ay kaldım, 5000 nüfuslu ilçede 8 cinayet işlendi. Dediğim gibi bu tip olaylar vaka-i adliyeden oralarda, buradan sözü elbette g.doğu sorununa getireceğim. Ne kadar demokratik açılımlar yapılırsa yapılsın, eğitim sorunu çözülmeden, ki bu artık sosyolojik bir olgudur ve üstesinden gelebilmek için 2-3 kuşak sonrasının beklenmesi gerekir, oralarla ilgili hiç bir sorun çözülmez. Yarın belki federe parlamento olur, resmi dil kürtçe olur, istenilen tüm haklar verilir ama sokakta insanlar leblebi gibi vurulmaya devam eder. Peki bu kimsenin umrunda olur mu?

Kısa not:kavga edenler sadece kürtler değildi, oradaki tüm grupların içinde şiddet var bu yüzden kürt değil g.doğu sorunu olarak adlandırdım, zira bir sorun olması için ille de devlete baş kaldırmak gerekmiyor.

Hiç yorum yok: