11 Şubat 2009 Çarşamba

Madalyonun Öteki Yüzü

Dünyanın gidişatı malum. Yaşam alanları azalırken buna bağlı zorluklar gün geçtikçe artmakta. Elbette her soruna bir çözüm getirilmesi için projeler üretmekten daha doğal bir şey olamaz. Dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getirmek hepimizin çabası olmalı ve bunlara çözüm getirenleri de sonuna kadar desteklemeliyiz, yeter ki bu projelerden birileri "sebepsiz zenginleşme"sin.

92 yılında imzalanan Kyoto protokolü de bu çalışmaların başında geliyor. Neticede tüm dünya ülkelerinin ortak katılımıyla oluşturulan bir proje Kyoto protokolü. Hedefi belli ;küresel ısınmaya neden olan karbon gazınınn salınımını azaltmak. Bunun için de ülkeleri "gelişmiş" ve "gelişmekte olan" olmak üzere ikiye ayırarak belirli yaptırımlara zorluyorlar. 2012 den itibaren içinde Türkiye'nin de bulunduğu "Gelişmiş" sınıfında ki ülkelere 1990 yılında atmosfere saldıkları gaz miktarı baz alınarak o yıl ki gazın %5inden daha az salınım yapma zorunluluğuna tabi olacaklar. "Gelişmekte olan" sınıfındaki ülkelere ise çeşitli miktarlarda gaz salınım kotası verilecek. Böylelikle bu ülkeler üretimlerini gerçekleştirmede sıkıntı çekmeyecekler(di).

Buraya kadar her şey kulağa hoş geliyor, ama madalyonun bir de öteki yüzü var. Kyoto imzalandıktan sonra G7 ülkeleri Hollanda ve İspanya'yı da yanlarına alarak Londra'da Karbon sertifikası borsasını kurdu. Peki bu ne demekti? Diyelim siz Türkiye olarak 1990 yılında 500.000 ton karbon salınımı yaptınız. Normalde 2012 de %5 azalmaya gitmeniz lazımdı, ama üretiminizden fedakarlık edemediniz(ne de olsa 20 yılda nüfus arttı) ve 495.000 ton yerine 525.000 ton gaz saldınız. İşte aradaki 30.000 ton gaz farkı için Londra'dan 30.000 tonluk karbon gaz sertifikası almanız gerekiyor.

Peki bu borsayı kuran ülkeler ne yaptı biliyor musunuz? "gelişmekte olan" ülkeler sınıfına giren ülkelerden kendilerine ayrılmış olan kotaları o tarihte satın aldı. 1992 yılında tonu 2 euro olan sertifika şu anda 18 euro. Toplam piyasa değeri 74 milyar euro ve Barclay's banka göre 2020 ye kadar bu rakam 3 trilyon euroya kadar çıkacak.

Şimdi ne olacak? "Gelişmekte olan" sınıfındaki ülkelerin çoğu zamanında üretim yapmak için kendilerine verilen kotaları hem çok ucuza satıp zarar etmiş oldu, ileride üretim yaptıklarında atmosfere saldıkları gaz için, kotaları kalmadığından, yeni ve çok daha pahalıya sertifika almak zorunda kalacaklar. Bunu alacak paraları olmadığı için de üretim yapamayacaklar ve zaten fakir ve aç olan halkları iyice perişan olacak.

Bunun yanında bizim gibi ülkeler ise böyle bir şeyi göze alamadıkları için bu sertifikaya muhtaç olacak ve bunu karşılayabilmek halktan ekstra vergiler alacak. Çok yakında kullandığımız benzinden, tükettiğimiz doğalgaza, yaktığımız kömüre kadar kişisel olarak vergilendirilmeye hazırlıklı olmalıyız (sahi neden benzin alırken plakayı işletiyoruz?)

Bu arada mesela sen Çin ya da Hindistan devletiysen elindeki hisseyi de 18 euradan satamıyorsun. Çünkü senin insanın bir Amerikalı kadar değerli olmadığı için saldığın gazın kendi insanına verdiği zarar da o kadar önemli olarak adledilmiyor(nasılsa ölüyorlar mantığı).

Biz böyle sürünürken, dünyadaki kirliliğin esas sorumlusu (en çok üretim onlarda) G7ler ise önceden satın aldıkları kotalarla hem ellerinde değerlenmiş hisselerle karlarına kar katacak, hem de üretimlerinden fedakarlık yapmak zorunda kalmayacak. Dolayısıyla salınan karbon gazında bir değişim olmayacak ama birileri iyice batarken, birileri de iyice çıkacak.

Öngörülen bu anlaşmanın uygulanması halinde sıcaklığı 0.2 santigrat düşmesi planlanıyor, ki bu çok küçük bir rakam(Kutuplardaki erimeyi durduramıyor). Bir de uzun zamandır insanlara dünya 6 derece ısınırsa yaşam yok olacak korkusu aşılanıyor. Deniliyor ki bu şekilde petrol bazlı ürünler dolayısıyla atmosfere karbon salınımı devam ederse 100 yıl içinde ortalama sıcaklık 5 derece artacak. Ama kimse şunu eklemiyor, sürekli artan nüfusla beraber dünyadaki petrol rezervleri kaç sene daha yetecek? 30 yıl? 40 yıl? Eğer öyleyse 100 yıllık bir öngörü yapmak insanları aldatmak olmuyor mu?

Sağlıklı bir çevrede yaşamak her bireyin hakkı. Güneş, rüzgar, okyanuz dalgaları enerjisi ve en önemlisi dünyanın kendi iç ısısından faydalanmaya yönelik çalışmalar dünyanın temiz enerji ihtiyacına çare olabilecek unsurlar. Ama nasıl bir düzende yaşıyorsak, bunlar gözardı edilip insanların ihtiyaçları bir rant kapısı haline dönüştürülebiliyor. Hem de muasır medeniyet seviyesine erişmiş ülkelerce.

Hiç yorum yok: